Sony PlayStation VR HTC Vive, Oculus Rift gibi diğer sanal gerçeklik aygıtlarından daha sonra piyasaya çıktı, ancak rakiplerinden farklıydı. Diğerleri yüksek profilli PC’lerle uyumluyken PlayStation VR için PS4 yeterli olacaktı. Bu durumun önemli bir avantajı da beraberinde getirdiği düşünülüyor. İşte bu noktadaki göstergelerden biri de TIME dergisi kaynaklı…
Köklü yayın organı TIME, 2016’nın En İyi Buluşları’nı belirledi ve Sony’nin PlayStation VR sanal gerçeklik seti, en iyi buluşlardan biri olarak seçildi. TIME’a göre söz konusu onur ödülünü getiren iki temel faktör var, ilki ucuz fiyat etiketi ve diğeri de kullanıcıların güçlü bir oyun bilgisayarına gereksinim duymamasını sağlaması.
PlayStation’ın en son oyun konsoluna sahip kimseler için gereken tek şey, sanal gerçeklik gözlüğünü satın almaları, diğer taraftan Oculus Rift ve HTC Vive’da durum son derece farklı, kullanım için yüksek maliyetli bir dizi harcama kaçınılmaz. TIME, PlayStation VR’ın milyonlarca insanın sahip olduğu bir konsolla birlikte çalışabiliyor olmasına vurgu yapılıyor.
Son dönemde Oculus Rift’in daha düşük fiyatlı PC’leri desteklemesi önemli bir argüman. Ayrıca bu yönde diğer üreticilerin de çalışmalar yürüttükleri biliniyor. En nihayetinde ise sanal gerçeklik mobil cihazlardan, konsollara ve PC’lere kadar geniş bir kullanım alanı bularak gelişimini devam ettiriyor.
Resident Evil 7: Biohazard, 2017’nin merakla beklenen korku oyunlarından. 24 Ocak 2016’da çıkışını gerçekleştireceği duyurulan yapım için bir de ‘özel set’ hazırlandı. Oyunların özel sürümleri ilginizi çekiyorsa korku yapımı Resident Evil 7’nin söz konusu versiyonu ilginizi çekebilir. Koleksiyonerlere hitap eden versiyon, Resident Evil 7 Collector’s Edition adıyla gelecek.
Kökeni 90’ların ortalarına kadar (1996) giden korku oyunu serisinin yedincisi için gelecek özel sürüm paketi dopdolu. Bir adet kukla şeklinde USB sürücü, metal bir kasa, VHS kaset kutusu, özel bir taş baskı, muhtemelen oyundaki ürpertici müziklerden bazılarının (Go Tell Aunt Rhody gibi) çalınabildiği müzik kutusu, oldukça uzun ve yanıp sönen bir LED ışık dikkat çekiyor. Beklenildiği üzere oyunun bir adet kopyasını da içeren bu ilgi çekici setin, ABD için 180 dolar fiyat etiketi ile satışa sunulacağı belirtiliyor.
Resident Evil 7: Biohazard, PC, PS4, Xbox One ve PlayStation VR’da oynanabilecek. Özellikle VR tarafındaki versiyonun oyun dünyasında büyük merak uyandırdığını belirtelim.
Son yıllarda düşüşe geçen serinin, ilk yıllarındaki yapımları bir hayli arattığı biliniyor. Ancak sonraki Resident Evil oyunu için şimdiye kadar gerçekleştirilen tanıtımların heyecan katsayısını canlı tuttuğu da bir gerçek.
Türkiye’de de çıkışını gerçekleştirecek video oyunun tanıtım videolarından birini haberin devamında izleyebilirsiniz. İyi seyirler…
Norton güvenlik yazılımları ile tanınan Symantec, bir diğer güvenlik odaklı şirket LifeLock’un satın alındığını duyurdu. Aynı zamanda dijital kimlik deneyimi üzerinde yoğunlaşan LifeLock’un 2 milyar 300 milyon bedelle satın alındığı belirtildi.
LifeLock, kimlik hırsızlığı alanında önde gelen markalardan biri. Şimdiye kadar 10 milyona yakın kimlik hırsızlığı bildirimi gönderen şirket, sunduğu etkili çözümlerle bundan böyle Norton’un mobil tarafta daha fazla yenilik sunup geliştirilmesi için Symantec’e katkıda bulunacak. Öte yandan 4,5 milyona takın kullanıcıya sahip LifeLock, artan gelirleriyle dikkat çekiyordu, en son olarak 660 milyon dolar gelir elde ettiğinin altı çiziliyor.
Symantec, 2016’da önemli satın alım ve satışları ile bir teknoloji şirketine göre ortalamanın çok üzerinde defa gündeme geldi. Geçtiğimiz aylarda Blue Coat adlı güvenlik yazılımı şirket, 4 milyar 650 milyon dolar karşılığında satın alınmıştı. Yine aynı dönemde veri depolama biriminin satışı, 8 milyar dolar karşılığında gerçekleşmişti. Symantec son satın alımla satış gelirinin büyük kısmını yeni satın alımlarla değerlendirmiş oluyor.
Siber güvenlik yazılımlarına yönelik teknoloji şirketleri, masaüstü koruma yazılımlarıyla birlikte mobil tarafa artan düzeyde ilgi göstermeye devam ediyor. Bu alanda satın alımlar gerçekleştiren öncü şirketler, ayrıca kendi bünyelerindeki çalışmalarla daha etkin çözümler sunarak mobil güvenlik konusundaki potansiyel kullanıcıların ilgisini çekmeye devam ediyorlar.
Teknoloji dünyasına dair öne çıkan gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz…
Novartis ve Google’ın akıllı kontakt lenslerinin testleri için hedeflenen takvimde güncelleme söz konusu, söz konusu çalışmalar 2017’de başlayabilir. İşte detaylar…
İlaç şirketi Novartis, internet odaklı teknoloji şirketi Google ile birlikte yürütülen akıllı kontakt lens projesinin insanlar üzerindeki testlerine 2016 yılı içerisinde başlanacağı duyurmuştu. Bu hedefin belirlenen takvimde gerçekleşemeyeceği, ileri bir tarihe sarkttığı duyuruldu.
İsviçre merkezli ilaç üreticisinin basın sözcüsü, ‘merceklerin insan üzerindeki klinik testlerinin ne zaman başlayacağının söylemek için henüz erken olduğunu’ belirterek sürecin karmaşık ve teknik olduğunu, ancak iki tarafın işbirliği içinde ilerlemeye devam ettiğini ekledi. Novartis CEO’su Joe Jimenez, söz konusu testlere 2016’da başlamaya hazır olunduğunu söylemişti. Ayrıca 2014 yılında yaptığı açıklamada yaklaşık 5 sene içinde ürünün piyasaya sunulabileceğini ifade etmişti.
Novartis ve Google’ın iki sene önce başladığı işbirliği, akıllı kontak lensler geliştirilmesi temeline dayalı. İki adet lens geliştirilmesi planlanıyor; bunlardan ilki uzağı görmede sorun olan (miyop) hastaları için bir otofokus lensi ve bir de diyabet hastaları için kan şekerinin ölçümü için geliştirilecek diğeri.
Göz yoluyla kan şekeri ölçümü, toplumda şeker hastalığı olarak bilinen diyabet rahatsızlığı olan kimseler için devrim niteliğinde bir gelişme olabilir. Diğer yandan otofokus lensleri de miyop numarası gerilediğinde buna göre optimize olabilen bir yapı vaat ediyor.
Geleceğin teknolojilerine dair öne çıkan gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz…
Akıllı cep telefonları fotoğraf ve video yeteneklerini son dönemlerde çok üst noktalara çıkarttılar. Özellikle daha fazla pikselin getirdiği resim kalitesi, gece karanlıkta çekim yapabilecek kalitede lenslerin geliştirilmesi ve sensor teknolojisinin gelişmesiyle bir cep telefonuyla neredeyse profesyonel seviyede çekim yapabilmek artık mümkün…
Fotoğraf, fotoğraf makinesiyle çekilir ama…
Ancak benim gibi, “fotoğraf dediğin fotoğraf makinesiyle çekilir” düşüncesine sahip eski kafalılar, akıllı cep telefonlarındaki bu gelişmeye biraz daha temkinli yaklaşmayı tercih ediyoruz. Buna rağmen Sony’nin üstün fotoğrafçılık yeteneklerine sahip akıllı telefonu Xperia XZ’ye biraz daha yakından bakmak ve incelemek istedim. Hatta bu incelemeyi daha da ileri götürüp yine bir Sony fotoğraf makinesi olan a6300 ve yine Sony’nin “G” koduna sahip lensleriyle karşılaştırdım.
Öncelikle birçok kişinin bildiği bir gerçeğin altını tekrar çizmek istiyorum. Sony, akıllı telefon pazarındaki birçok üreticinin çözüm ortağı… 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre akıllı telefon pazarındaki ürünlerin yüzde 40’ından fazlası Sony’nin ürettiği sensorleri kullanıyor. Bu markalar arasında Samsung, LG, Huawei, ZTE ve Meizu ön sıralarda yer alıyorlar.
Sony’nin teknoloji avantajı
Peki, neredeyse pazarın yarısına fotoğraf ve video konusunda hakim olan Sony, kendi ürünü olan XZ’de fotoğraf adına neler sunuyor? Açıkçası, İstanbul’da düzenlenen basın toplantısında Sony Mobile Ortadoğu ve Afrika Başkan Yardımcısı Jason Smith’e de sorduğum gibi, “Fotoğraf ve video sektöründe birçok önemli teknolojiyi sunan Sony, kendi ürettiği akıllı telefonlarda bu avantajını nasıl kullanıyor?”
Hemen Sony Xperia XZ’nin piyasadaki öteki akıllı telefonlardan farklı olan özelliklerini tekrar hatırlayarak başlayalım. Xperia XZ’nin en önemli iddiası Sony’nin dijital görüntüleme teknolojilerinin en iyisini kullanıyor olması. Nedir bunlar?
1 – Exmor RS sensorü ile fotoğraflarda daha fazla detay ve daha az parazit ile belirgin keskinlik…
2 – BIONZ görüntü işleme motoruyla netlik ve renk düzeltmeleri…
3 – Sony’ye özgü G lenslerle gelen düşük ışıkta daha parlak görüntü elde etme yeteneği…
Üçlü görüntü algılama teknolojisi
Sony Xperia XZ üçlü görüntü algılama teknolojisine sahip. Exmor RS sensorü, Lazer otomatik odak sensorü ve RGBC-IR sensorlerinin birlikte çalışmasıyla 23 MP kamerası değişen ışık koşullarında bile hareketli anları gerçek renklerinde ve çok daha keskin olarak kaydediyor.
Belki de tüm bu özelliklerden çok daha önemlisi Sony’nin özellikle aynasız tam kare fotoğraf makinelerinde sunduğu, son olarak da a6500 ile APS-C fotoğraf makinelerine de getirdiği 5 eksenli titreşim engelleme teknolojisi… Tüm yönlerde kamera sarsıntısını gideren bu teknolojiyle bulanık fotoğraflar, titreyen görüntüler artık bir son buluyor…
Elimde 24,2 MP çözünürlükte fotoğraf çeken a6300 ve Sony’nin profesyoneller için ürettiği “G-master” kodlu 24-70 mm f/2.8 lensiyle hemen her zaman fotoğraf çekmekten büyük keyif aldığım Haliç kıyılarında tripodumu kurdum. Aslında lensi a7 serisi tam kare bir kamera ile deneyebilirdim ama bu 23 MP çözünürlükte fotoğraf çekebilen Sony Xperia XZ’ye biraz haksızlık olurdu.
Sensor… İşlevi ve boyutu…
Aslında burada biraz da sensor işlevi ve boyutlarından söz etmek gerekiyor. Sensor bir fotoğraf makinesinde lensin gelen ışığın üzerine düştüğü ve kayıt altına alındığı alandır. Yaklaşık iki asra varan bir geçmişi olan fotoğrafçılık tarihinde en eski endüstri standartlarından biri olan ve refleks tip fotoğraf makinelerinde on yıllarca film boyutu olarak kullanılan 36 x 24 mm ölçüleri bugün dijital fotoğrafçılıkta “full frame” (tam kare) adı ile sensor boyutunda da standart hale gelmiştir.
Sony a6300’de kullanılan APS-C (Advanced Photo System Type C – Gelişmiş Fotoğraf Sistemi Tip – C) sensor 23,5 x 15,6 mm ölçülerindedir. Dolayısıyla tam kareye oranla daha küçüktür, bu da bazı lenslerle kullanıldığında 1,5 çarpan etkisi yapmaktadır. Yani a6300’de kullandığım 24-70 mm f/2.8 G-master lens aslında 36-105 mm ölçülerinde bir lensin sunduğu açıyı verdi. Fotoğrafı kesmediğim için Sony Xperia XZ’ ile çektiğim fotoğraflarda açının daha geniş kaldığını fark edeceksiniz.
Bu arada, sensorlara devam edecek olursak, Sony Xperia’da kullanılan 1/2,3” boyutlarındaki sensor 6,17 x 4,56 mm ölçülerinde. Alan hesabına göre Sony a6300’deki sensordan yaklaşık 13 kat daha küçük. Ancak resim kalitesi olarak değerlendirildiğinde performansı inanılmaz. Özellikle üzerindeki 24 mm lense tekabül eden f/2.0 diyafram açıklığına sahip olan “G” lensin keskinliği takdire şayan… Elbette ben sadece fotoğraf kalitesi açısından değerlendiriyorum. Videoda da sonuçlar olağanüstü…
Sony a6300 en iyi JPEG modunda 6000×4000 ölçülerinde fotoğraf çekiyor ve bir fotoğraf duruma göre 8-9 MB civarı yer kaplıyor. Sony Xperia XZ ise 23 MP (4:3) modunda 5520 x 4140 piksel ölçülerinde 7-8 MB büyüklüğünde fotoğraflar çekiyor.
Hareket eden nesneleri takip edebilme özelliği
Genellikle akıllı telefonlarda kullanılan sistemlerde, fotoğraf makinelerindeki “enstantane” yani diyaframın açılıp kapanma hızını belirleyen bir yapı olmadığı için hareket eden nesneleri çekmek oldukça zordur. Hareket eden nesnelerde “motion blur” de denilen hareket kaynaklı bir bulanıklık oluşur. Oysa Sony Xperia XZ’de kullanılan üçlü sensor yapısı ile bu meselenin de üstesinden gelinmiş. Hatta, nesneleri izleyebilen ve sürekli netlik sağlayan özelliğe bayıldım.
Sony’nin son dönemde akıllı telefonlarda sıkça karşımıza çıkan “çift kameralı” sisteme geçip geçmeyeceğini bilmiyorum. “Düşük” ışıkta gürültüsüz resim meselesinin üstesinden gelmiş olabilir ama “derinlik”le oynamayı seven, “bokeh” tutkunu fotoğrafçılar için ne yapacak merak ediyorum. Bazen fotoğrafta hem ön, hem de arka planın aynı netlikte olmasını istemeyebilirsiniz. Sony Xperia XZ’de her yer son derece net…
Sonuç olarak, iyi bir fotoğraf ve video çekebilme yeteneğine sahip bir akıllı telefon arıyorsanız, neredeyse profesyonel kameralarla yarışabilecek nitelikte bir Sony Xperia XZ, ilk seçenekleriniz arasında yer alacaktır.
Sony, piyasaya yeni çıkardığı amiral gemisi Xperia XZ ile Samsung ve Apple’a karşı kaybettiği toprakları geri kazanmak istiyor. Xperia ailesinin hala güçlü olduğunu göstermek isteyen Sony, Xperia XZ ile bu hedefe ulaşmaya çalışıyor.
Sony, yeni ürünü Xperia XZ ile tüm dikkatleri üzerine topluyor. Bununla birlikte de ürün adlandırması ile kafalara birçok soru işareti oluşturuyor. Hatırlayanlar bilir Xperia X sağlam performansı ile ilgilerimizi çekmişti. Ardından Xperia XA ve Xperia X Compact ile tanıştık.
Çok geçmeden , Sony’nin amiral gemisi olması planlanan X Performance ürünü ortaya çıktı ve kullanıcılarda ciddi bir hayal kırıklığı oluşturdu. Bu durumu düzeltmeye çalışan Sony, Xperia XZ’yi geliştirdi. Sony Xperia XZ, hem X hem de Z harfi ile adlandırması birçok kullanıcının kafasını karıştırdı. Xperia X ailesi Z5’e karşı bir veliaht yaratmayı mı başardı? Z5’in yerini bu yeni ürün mü alacak? Xperia XZ, Sony’nin yeni amiral gemisi mi olacak? İşte tüm bu soruların cevabını bu yazımızda okuyabilirsiniz.
Tasarım ve ekran
Kenarları yuvarlatılmış bir tasarıma sahip olan Xperia XZ, ilk bakışta kaliteli bir izlenim veriyor. Arka yüzeyi Aluminyum olan Xperia XZ’nin kasa sistemi metal plastik karışımından oluşuyor. Kasa sistemine yakından baktığımızda her ne kadar plastik metal karışımı olsa da iyi bir işçiliğe ve malzeme kalitesine sahip olduğunu söylemeliyiz. Bu kasa sistemi darbelere karşı dayanıklı ve düşme testini de başarıyla tamamlıyor. Bu esasında çok önemli bir özellik. Çünkü Xperia XZ tüm bunlara ek olarak su ve toza karşı dayanıklı. Yine de dikkat. Xperia XZ her ne kadar IP68 sertifikasına sahip olsa da tıpkı Samsung’un yeni ürünlerinde olduğu gibi ürünle suya girilmemesi tavsiye ediliyor.
5.2 inç büyüklüğünde bir ekrana sahip olan Xperia XZ, Xperia X Performance gibi sadece Full HD (1920×1080) çözünürlüğü destekliyor. Japonların bu kararı alması birçok kişiyi şaşırtacağı kesin. Hatırlayanlar bilir. Geçen sene tanıtılan Sony Xperia Z5 Premium, 4K ekran çözünürlüğü ile dengeleri altına üstüne getirmişti. Ama bu yenilik ne yazık ki kısa sürdü ve Sony ciddi bir adım geri attı. Yine de 1920×1080 piksel çözünürlüğünün yeterli olduğunu söylemeliyiz.
Xperia XZ’nin sahip olduğu 424 ppi piksel yoğunluk değeri, oldukça keskin görüntüler oluşturabiliyor. Benzer bir durum ekranın parlaklık değeri için de geçerli. Xperia XZ, güneşli ortamlarda sizi kesinlikle yalnız bırakmıyor. Yine de şunu belirtmekte fayda var. Sony, amiral gemisi olarak gördüğü Xperia XZ’ye çok daha kaliteli bir ekran koyabilirdi. Neticede kullanılan ekran, bu konuda söz sahibi olan Galaxy S7 Edge’e hiçbir şekilde rakip olamıyor.
Unutmadan söyleyelim. Xperia XZ’de beğendiğimiz bir özellik, üst ve alt kısmında hoparlörlerin bulunması ve kullanıcıya Stereo ses kalitesini yaşatması. Ayrıca güç düğmesi aynı zamanda bir parmak izi sensörü olarak da kullanılabiliyor.
Performans
Xperia XZ’nin donanım birleşenleri Xperia X Performance’a fazlasıyla benziyor. Dört çekirdekli ve 2.15 GHz sistem frekansında çalışan Snapdragon 820 işlemcisine sahip olan Xperia XZ, 3 GByte büyüklüğünde bir belleğe sahip. Android 6.0.1 işletim sistemi ve kendi arayüzü ile kullanıcılarla buluşan Xperia XZ, yüksek bir tempoda çalışıyor. Gerek uygulamalar olsun, gerekse de menüler arasındaki geçişlerde hiçbir şekilde takılmıyor. Buna yeni nesil 3 Boyutlu oyunlar da dahil olması önemli bir artı.
Bitmedi. Sony, Xperia ailesinde ilk kes USB Type C arabirimini kullandı. Xperia XZ’nin üzerinde bulunan 2900 mAh’lik bataryası, bu sayede, hızlı şarj modunda 1.5 saat içinde doluyor. Üründe beğendiğimiz bir özellik, çok yoğun kullanımda yaklaşık 10.5 saat dayanabilmesi.
Kamera
Xperia XZ, 32 Gbyte’lık bir kapasiteye sahip. Bu kapasitenin yaklaşık 22 Gbyte’ı kullanılabiliyor. Daha fazla bir kapasiteye sahip olmak isteyen kullanıcılar Micro-SD kart takabiliyorlar. Bu esasında önemli. Çünkü Xperia XZ’nin 4K Video çekim modu yüksek bir kapasiteye ihtiyaç duyuyor. 12 MP ön ve 23 MP’lik bir arka kameraya sahip olan Xperia XZ, yüksek bir verimlilikle çalışıyor. Yaptığımız testlerde ışıklı ortamlarda keskin ve renkleri doymuş fotoğraflar çekebildiğimizi söylemeliyiz. Üründe bizi şaşırtan bir özellik, loş ortamlarda yaptığımız çekimlerde birçok rakibi geride bırakması. Xperia XZ, gelecek hareketi önceden tahmin eden görüntü sensoru, nesneye olan uzaklığı ölçerek zorlu ışık koşullarında net görüntüler sağlayan Lazer otomatik odaklama sensoru ve beyaz dengesini ayarlayan ve renkleri doğal canlılıkta yakalayan RGBC-IR sensörleri ile müthiş işler başarıyor.
Xperia XZ, ne yazık ki optik görüntü sabitleyicisine sahip değil. Sony, bu eksikliği gelişmiş Steady Shot teknolojisi ile gideriyor. Her ne kadar iPhone 7 Plus kadar başarılı olmazsa da, çok iyi sonuçlar elde edebileceğinizi söylemeden edemeyeceğiz.
Zamanında oyun dünyasının en yenilikçi ve en sağlam savaş oyunlarından birisi olan Call of Duty 4: Modern Warfare, özellikle hem aksiyon dolu hem de dramatik oyun yapısı ile biz oyuncuları büyülemiş ve eşsiz bir oyun deneyimi yaratmayı gayet güzel bir şekilde başarmıştı. Daha sonra bu başarılı oyunun ana yapımcı kadrosu Infinity Ward ile yollarını ayırdı ve farklı bir akıntıya doğru yelken açarak Respawn Entertainment’ı kurdu.
Titanfall ile karşımıza çıkan Respawn Entertainment, Xboxve PC’de daha önce eşi benzeri görülmemiş müthiş bir çoklu oyuncu deneyimi yaşatmayı başardı. Günümüz ‘teknolojik’ Call of Duty oyunlarında gördüğümüz birçok mekaniğin kaynağı olan Titanfall, Microsoft’un ve Electronic Arts’ın başarısız reklam çalışmaları ve yanlış pazarlama taktikleri sebebiyle beklenen ilgiyi görememiş, çok kısa bir sürede unutulmuştu. Daha sonrasında çıkan Sezon Geçişi paketlerinin de oyuncular arası büyük bir bölünmeye sebep olması nedeniyle Titanfall en sonunda tamamen tarihin tozlu sayfalarına gömüldü.
Respawn, ilk oyundaki yarı-başarısızlığın sonrasında oyuncuların geri dönüşlerini dinledi ve karşımıza çok daha iyi, çok daha gelişmiş, çok daha sağlam bir Titanfall ile çıkmaya karar verdi. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, gerçekten de sözünü verdiği her şeyi gerçekleştirdi. İlk oyunun en büyük eksikliklerinden birisi Titanfall’ın bir senaryo moduna sahip olmamasıydı. Oysa Titanfall evreni gerçekten derin ve geniş bir potansiyele sahipti. Zamanında Call of Duty 4: Modern Warfare gibi bir efsaneyi biz oyuncularla buluşturmuş olan geliştirici takım, bu evrende de karşımıza harika bir senaryo ile çıkabilirdi. Ancak Titanfall buna rağmen maalesef bir senaryo moduna sahip değildi. Oyuncuların bu konudaki negatif dönüşünü alan Respawn, bu kez gerçekten güzel bir senaryo modu ile biz oyuncuların karşısına çıkmayı başardı.
Sıradan bir Pilot’u oynadığımız Titanfall 2’de BT kısaltma adına sahip olan bir Titan ile yepyeni bir bağ kuruyor ve tarafımıza yapılan saldırılara karşı gelip, gezegenimizi korumaya çalışıyoruz. Yüzeysel olarak bakıldığında aslında oldukça basit bir senaryoya sahipmiş gibi görünen Titanfall 2, oyunda ilerledikçe çok farklı ve eğlenceli dakikaları biz oyunculara sunuyor ve Pilot ile BT’nin eşsiz ilişkisini gözler önüne seriyor. Özellikle BT’nin sahip olduğu yapay zeka sebebiyle sahnelediği absürt sohbetler, Titanfall 2’nin kimi zaman duygusal, kimi zaman ise komik anlar yaşatmasını sağlıyor. Bu kez çoğu aksiyon oyunundan ayrı olarak çeşitli rol yapma öğeleri ile de karşımıza çıkmayı başarıyor Titanfall 2. BT ile gerçekleştirdiğiniz konuşmalar sırasında oyun size iki tane sohbet seçeneği veriyor. İsterseniz bu iki sohbet seçeneğinden birisini seçerek BT ile konuşmaya devam ediyor, isterseniz de hiçbirini seçmeyerek BT’yi cevapsız bırakabiliyorsunuz. Her seferinde farklı bir diyalog ile sizi karşılayan BT, aslında hep yanınızda olan arkadaşınızmış gibi sizi hiç yalnız bırakmıyor. Bu açıdan Titanfall 2, Pilot ve Titan ilişkisini başarılı bir şekilde dramatize ediyor.
Senaryo modunun yanı sıra elbette çoklu oyuncu modu ile de dikkatleri üzerine çeken Titanfall 2, tıpkı ilk oyundaki gibi hızlı bir oynanışa sahip. Kısa ama ölümcül maçlardan oluşan çoklu oyuncu arenasında hem Pilot hem de Titan özelleştirme seçenekleri ilk oyuna göre resmen tavan yapmış durumda. Üstelik ilk oyunun aksine bu kez Sezon Geçişi gibi paketlerin de bulunmayacağı Titanfall 2’de her içeriği bileğinizin hakkı ile açıyorsunuz. Uzun zamandır böyle kaliteli bir yapım ile karşılaşmamıştık. Eğer siz de günümüzde hızlı ve sağlam bir aksiyon oyunu arıyorsanız, Titanfall 2 doğru adres.
Ünlü yayıncı ve senarist Charlie Brooker tarafından yaratılan Netflix’in başarılı dizisi Black Mirror bu sezonda izleyicisine geleceğin teknolojileri ile ilgili hayatımıza girebilecek pek çok karanlık senaryodan bahsediyor. Kimisine göre distopya kimisine göre yakın geleceğin hikayeleri olarak tarif edilen fenomen dizinin gelecek sezonu ile ilgili dedikodular şimdiden dönmeye başladı bile. Peki Brooker dizinin dördüncü sezonunda hangi teknolojileri Black Mirror’da konu edebilir, bu haftaki yazımda yazdım.
Genetik mühendisliği
Genetik mühendisliği genellikle istenilen köpek cinsini üretmek gibi amaçlarla kullanılıyor. Ancak aslında bu teknoloji yaşayan hücrelerin içine girerek genleri yeniden düzenlemeye yarıyor. CRISPR adı verilen bu teknoloji ile Cas9 adı verilen protein kullanılarak bir hücrede yer alan DNA bulunup ortadan kaldırılabiliyor ya da istenilen gen hücreye eklenebiliyor. İnsanları CRISPR teknolojisi konusunda korkutan ise tasarım bebekler yapılma olasılığı. Bunun sonucunda genetik olarak mükemmel insanlar yaratılacak ancak hepsi birbirinin kopyası olan bu insanların bir hastalık durumunda da hayatta kalma olasılıkları sıfıra yakın olacaktır.
Sürücüsüz araçlar
Sürücüsüz araçlar hali hazırda üretimi olan bir teknoloji. Başta Google ve Tesla olmak üzere bu konuya yatırım yapan şirketlerin giderek arttığını söyleyebiliriz. Ancak sürücüsüz araçların sayıca artması durumunda sahip olacakları güç azımsanacak gibi değil. Büyük ihtimalle birbiri ile iletişim halinde olacak olan bu araçlar insanlardan bağımsız hareket edebilecek. Ya da bu araçlar bir hacker tarafından trafiğin içine sokularak istenildiği şekilde yönlendirilerek trafiği felç edebilecekler. Bu konuda hem teknoloji dünyasının hem de hukuk çevrelerinin kafasında çok fazla soru işareti var. Bu bağlamda Charlie Brooker’ın hayal gücü ve yazacağı hikayeler sektör için aydınlatıcı bile olabilir.
Beyin gücü arayüzü
Geçtiğimiz Mart ayında yayınlanan bir videoda bir maymun cinsinin tekerlekli sandalyeleri beyinleri ile kontrol edebildikleri görülüyor. İşte bu teknoloji geliştirilen beyin gücü teknolojisinin bir başlangıcı. Bu teknoloji ile amaç felç geçiren insanların beyin güçleri sayesinde uzuvlarını bir şekilde tekrar kullanabilmelerini sağlamak. Eğer iskeletinizi vücudunuza bağlıyken kontrol edebiliyorsanız, bağlı olmadığı durumda bu neden mümkün olmasın değil mi? Belki de insanlar ilerde makinaları beyinleri ile kontrol etmeye başlayacaklar ancak asıl korkulan makinelerin de insanları kontrol edebilir konuma gelmeleri. Ya da belki bir bilgisayar sistemi insanlarda bilinçdışı komutlar alacak ve harekete geçecek. Her iki durum için de sonsuz olasılık söz konusu.
Süper zeki sistemler
Douglas Adams’ın Hitchhiker’s Guide to the Galaxy kitabını okuyan herkes “Deep Thought” ismini bilir. Bir süper bilgisayar olan “Deep Thought” insanların cevabını bulamadığı sorulara cevap bulmak için tasarlanmış, “Örneğin hayatın anlamı nedir?” gibi. Hitchhiker’s Guide henüz bir hayal olsa da bir gün bizim çözemediğimiz problemlere çözüm bulan süper zeki sistemler olacak. İşte bu sistemler Oracle olarak adlandırılıyor. Oracle teorik olarak süper zeki bir insanın düşünme gücüne sahip olacak. Hiç bir IT sistemine bağlı olmadan çalışacak bu sistemin yalnızca sorulara yanıt verebileceği düşünülebilir. Ama siz bu teknolojiyi bir de Black Mirror içinde hayal edin. Belki de çok zeki olan bu sistemler insanlara istedikleri şeyi yaptırabilecek güçte olacaklar ki bu çok tehlikeli sonuçlara neden olur.
Nanoteknoloji
Nanoteknoloji havacılık, malzeme bilimi ve tıp da dahil olmak üzere pek çok alanda kullanılıyor. Nano tıp teknolojisinde örneğin nano robotlar kan dolaşımınız içine girerek hastalıklı hücreleri öldürebiliyor. Ancak karanlık taraftan bakıldığında insan hayatını etkileyebilecek pek çok ürkütücü ihtimal bulunuyor. Nanorobotlar insanları daha sağlıklı hale getirebiliyor ancak aynı zamanda vücut kimyasını etkileyerek kişilik değişikliğine de neden olabilir. Ya da herkesin vücudunda nanorobot teknolojisi bulunması durumunda insanlar binlerce sene yaşayabilir ve yeni insanlara yer açmak için ölmesi gereken insanlara bir kurul karar verebilir.
Teknoloji dünyasında ilerleme kaydedilen önemli alanlardan biri de mobil cihazlardaki hızlı şarj özelliği. Bu alanda yeni bir duyuru daha gerçekleşti; ABD merkezli çip üreticisi Qualcomm, yeni Quick Charge 4.0 teknolojisini duyurdu.
Şirketin Qualcomm Snapdragon işlemcili akıllı telefon modelleri ile uyumlu olan yeni nesil hızlı şarj teknolojisinin 2017’deki üst segment cihazlardan itibaren adından sıklıkla söz ettireceğini belirtelim. Peki Quick Charge 4.0’ın özellikleri neler?
Paylaşılan bilgilere göre Quick Charge 4.0, 5 dakikalık şarj sonrasında cihazlara 5 saatlik pil ömrü sağlayabiliyor. Önceli nesil (Quick Charge 3.0) hızlı şarj teknolojisine göre yüzde 5 daha az ısınma ve yüzde 30 daha yüksek verimlilik vaat eden Quick Charge 4.0’da ayrıca hız yüzde 40 oranında artırılmış durumda.
Güvenlik özellikleri de geliştirilen teknoloji, 10 farklı aşamalı güçlü bir koruma yapısı sergiliyor. Bu aşamalar voltaj ve ısı kontrolü gibi alanlarda işlev gösteriyor. Hız, stabilite ve güvenlik konuları vurgulanan Quick Charge 4.0’ın ilk olarak hangi çipsetle birlikte geleceği de belli oldu.
CES 2017’de görücüye çıkacak
Buna göre Snaodragon 835 çipseti, Quick Charge 4.0 ile birlikte mobil cihazların donanım yapı taşları arasında konumlanacak. Söz konusu çipsetin Ocak ayında ABD’nin Las Vegas şehrinde düzenlenecek teknoloji fuarı CES 2017 kapsamında tanıtılacağı belirtiliyor.
Quick Charge 4.0 ile birlikte gelecek ilk modeller, 2017 ilk çeyreğinde itibaren teknoloji raflarında yer almaya başlayacak.
Teknoloji şirketi Google, Avrupa genelindeki 25 ülke merkezli 124 farklı habercilik projesine finansal destek sağlıyor. Toplam 24 milyon 203 bin Euro’yu bulacağı bildirilen adımın detayları bir hayli ilgi çekici…
Bir Google iştiraki olan The Digital News Initiative tarafından sağlanacak destekler, Avrupa’daki dijital medya kuruluşları açısından değerli. Ayrıca yeni de değil, bu yöndeki çalışmalar geçen yıldan beri devam ediyor. 2015 yılında 128 proje için 30 milyon Euro kaynak ayrıldığı belirtilen organizasyon, teknoloji şirketinin kar amacı gütmeden çok sayıda projeye 300 bin Euro’ya varan ödemelerin gerçekleştiği anlamı taşıyor.
Ortalaması 200 bin Euro civarında olan olan The Digital News Initiative destekleri, 2016 yılı ayağında da dijital yayıncılık yönündeki projelerin kalitesini yükseltme odağını öne çıkarması açısından önem taşıyor.
Açıklamaya göre söz konusu desteklerden yararlanmak isteyen 850 başvuru değerlendirildi ve 124’üne kaynak aktarılması yönünde karar alındı.
Finansal desteklerin hangi ülkeye ne kadar olduğu şeffaf bir şekilde açıklandı. İngiltere, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya ve Fransa’da parasal aktarımın yoğun olduğu görülüyor. İrlanda, Avusturya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelere de kaynak ayrıldığı görülüyor. Google, her ne kadar bazı Avrupa ülkelerinde (İrlanda, Fransa gibi) çeşitli hukuki sorunlarla karşı karşıya olsa da kimi hamleleri ile dijital yayıncıların yüzünü güldürmeyi sürdürüyor.