Yılın merakla beklenen spor oyunu FIFA 16’nın ilk resmi tanıtım videosu yayınlandı. EA Sports’un YouTube hesabından yayınlanan videoda Messi, Christiano Ronaldo gibi yıldızların çalımları ya da golleri yoktu, FIFA 16’daki büyük sürpriz sahnedeydi…
‘Women’s National Teams are In The Game’ adıyla paylaşılan FIFA 16 videosu, oyunda yer alacak kadın milli takımlar ve dünyanın en önemli kadın futbolcularının oyunda yer alacağını duyurusuydu. Bu sürpriz gelişme, spor dünyasından büyük övgü alırken, oyun severler için de yeniliklerin ilk habercisi oldu.
FIFA 16’da 12 farklı kadın milli takımı yer alacak. Bu takımlar ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya, Brezilya, Kanada, Çin, Avustralya, İsveç, Meksika ve Fransa. (Modafinil) Oyunda kadın milli takımlar birbirleri ile karşılaşırken, erkek futbol takımları ile maçlar yapılmayacak. Yani FIFA 16’da tam anlamıyla gerçekçi bir format işleniyor.
FIFA 16, Eylül ayı sonuna doğru oyun severlerle buluşacak. Oyunun yer alacağı platformlardan bazıları ise PC, Xbox One, Xbox 360, PS4, PS3, Nintendo Wii, Android, iOS…
Google’ın Android işletim sisteminin gelecek nesil sürümü Android M’in bu yılın üçüncü çeyreğinde bazı cihazlarda kullanıma sunulacak olan geliştirici sürümü tanıtıldı. Android Lollipop’taki tasarım anlayışını büyük oranda devam ettiren Android M, hata düzelteleri ve performans iyileştirmelerini de beraberinde getiriyor. Öte yandan sürümün ‘M’ takısıyla kalmayacağını belitelim, Google, önümüzdeki sonbahar aylarında sürümün tam ismini açıklayacak. İşletim sistemi sürümü, yeni özellikler ve kullanım şekilleri ile geliyor. İşte öne çıkan özellikler ve geliştirmeler…
Uygulama İzinleri, Android M ile kabul listesi yapısından çıkıyor ve kamera, mikrofon, vb başlıkları altında bir kereye mahsus yüklenen uygulama için izinler veriliyor. İstenildiği zaman izinler yeniden ayarlanabilecek. Bu sayede eleştirilen konulardan biri olan uygulama kurulma aşamasında izin istenmesinin önüne geçiliyor.
Chrome Custom Tabs adını alan özelleştirilmiş sekmeler, bir diğer Android M yeniliği. Bu konuda bir demo gerçekleştirildi ve fotoğraf paylaşım uygulaması Pinterest üzerinden link tıklandığında Chrome tarayıcısının devreye girdiği görüldü. Bu özellik sayesinde popüler web tarayıcısının parola hatırlatma gibi özelliklerinden yararlanılabiliyor. Linkler konusunda güvenlik özellikleri de artırıldı.
Android M’in en iddialı olduğu konulardan biri şarj dayanıklılığı. Daha az enerji harcayan bir işletim sistemi mottosu ile gelecek olan yazılım, bu Doze adını alan güç yönetimi üzerinden başarıyor. Şarj süresinin Nexus 9’da 2 kat artırıldığı ifade ediliyor.
Donanımsal bir detay olarak USB Type-C, yeni Android M cihazlarında miniUSB’nin yerini alacak.
Parmak izi okuyucu özelliğine de odaklanan Android M, yerleşik yazılım desteği sayesinde çok sayıda Android’li akıllı cihazın bu özelliği kolaylıkla entegre halde sunabilmesinin önünü açıyor.
İşletim sisteminde klavyede kelime seçimlerinde yenilenen menü çubuğu devreye giriyor. Kelime öbeklerinin paylaşımına da yeni özellikler getirildi.
Akıllı telefonlardan önce, cep telefonlarının geçmişi oldukça eskiye dayanıyor. 1921’de Detroid Emniyet Müdürlüğünde, tek yönlü iletişim kurabilen bir verici ile denemelerin başladığı bu teknoloji, 1993 yılına kadar geliştirilerek, klasik cep telefonu olarak süre geldi. Bu tarihten önceki klasik cep telefonlarının gelişimi bu yazının konusu değil. Klasik cep telefonu ile bilgisayar dünyasının bir ürünü olan PDA’lerin özelliklerinin birleştirildiği ilk cihaz tarihte ilk akıllı telefon olarak bilinen IBM’in Simon telefonudur.
ABD’li bilgisayar devi IBM tarafından piyasaya sürülen bu telefon, kısmen cep telefonu, kısmen mini bilgisayar, kısmen çağrı cihazı, kısmen faks makinasıydı. Tarihin ilk akıllı telefonunda aynı zamanda hesap makinesi, takvim, fihrist gibi uygulamaları da bulunuyordu. 1993 yılında piyasaya sürülen dünyanın ilk dokunmatik ekranlı telefonunun, günümüzdeki bütün akıllı telefonların atası olduğunu da söyleyebiliriz. IBM Simon, piyasaya sürüldüğündeki fiyatı 899 dolardı.
1996 yılına gelindiğinde Nokia akıllı telefon pazarına Nokia 9000 Communicator ile giriş yaptı. Bu telefon aynı zamanda dünyanın ilk tam QWERTY klavyeli cep telefonu olarak tarihe geçti. Katlanan bir ekrana sahip olan telefonun bir diğer ilginç özelliği ise fax tuşunu barındırıyor olmasıydı. Katlanabilir özelliği ile cebe giren bu mini bilgisayardan, 2000 yılına kadar 3 farklı model piyasaya sürüldü. Akıllı telefon pazarında günümüzde popülaritesini kaybetmiş olan Nokia’nın, bu teknolojinin ilk zamanlarında oldukça yenilikçi adımlar attığını söylemeliyim.
1997 yılına gelindiğinde, 1990’larda dünyanın en büyük cep telefonu üreticilerinden olan Ericsson, Nokia’nın 9000 serisine GS88 modeli ile cevap veriyordu. Ericsson GS88 modeli ile dünya telefon literatürüne “akıllı telefon” (smart phone) adını kazandırmıştı.
2000 yılına gelindiğinde Ericsson’dan akıllı telefon piyasasına ikinci bir cihaz daha sunuldu. Ericsson R380
2002 yılında Amerikalı Handspring firması PALM adındaki markası ile pazara giriş yaptı. Telefonun adı Palm Treo’ydu
Yine aynı yıl bu kez BalckBerry 5810 modeli ile piyasadaki yerini aldı. Bu model, özellikle e-posta alışverişi için özelleştirilmişti.
2002 yılı, akıllı telefon pazarında rekabet koşulları çerçevesinde farklı ürünlerin piyasaya sürüldüğü bir yıl oldu. Yine bu yılda Microsoft, “Windows Pocket PC OS” adındaki işletim sistemi ve “Pocket PC” akıllı telefonu ile piyasada yerini aldı.
2006 yılına gelindiğinde BlackBerry Pearl adındaki akıllı telefonu ile herkesi kendine adeta hayran bıraktı.
2007 yılı akıllı telefon tarihinde milat olarak nitelendirilen bir yenilik ile tanıştı. Apple, Steve Jobs öncülüğünde tarihinde ilk iPhone modelini piyasaya sürdü. Apple’ın iOS işletim sistemi ile piyasaya sunulan iPhone, cep telefonu olmasının dışında, hem geniş hem de dokunmatik ekranlı iPod’u ve interneti bir araya getiriyordu. iPhone’un sektöre girmesiyle birlikte artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu telefon, akıllı telefon pazarına yeni standartlar getiriyordu.
Tam anlamı ile ilk dokunmatik ekrana sahip olma özelliğini taşıyan iPhone, kendinden sonra tanıtılan bütün akıllı telefonlar için referans noktası olma niteliğini taşıdı. 599 dolarlık fiyatla satışa sunulan ilk iPhone’dan sonra, 3G modelinin gelmesi sadece 1 yıl sürdü. Daha sonraki aylarda, Samsung, Nokia ve LG gibi dünya devlerinden de benzer telefonlar gelmeye başladı.
2008 yılına gelindiğinde bu kez Tayvanlı HTC, ilk android işletim sistemli HTC Dream adındaki akıllı telefonu piyasaya sürdü. TC Dream (diğer adıyla T-Mobile G1) olarak da bilinen telefon, web tarayıcı, Gmail, Google Claendar, Google Maps ve Google Talk gibi uygulamalarla birlikte sunuluyordu.
Samsung, Android işletim sistemi kullanmaya başladıktan sonra piyasaya sunmuş olduğu farklı modellerdeki telefonlar ile oldukça ses getirdi. Akıllı telefon satışlarında rekor kıran Samsung’un bu sektörde oldukça söz sahibi olduğunu söylemeliyim.
Google’ın açıkladığı rakamlara göre, geçen yıl itibarı ile dünyada yaklaşık 600 milyon akıllı telefon kullanıcısı bulunuyor ve satılan her 10 akıllı telefonun 8’inde android işletim sistemi kullanılıyor.
İkinci Dünya Savaşı temalı oyunların en ünlüsü Wolfenstein geri döndü. Serinin önceki yapımlarını bilenler, Wolfenstein’da çok fazla birşey beklememeleri gerektiğini bilirler. Aynı ortamlarda farklı hikayeleri konu alan ürünler ile karşımıza çıkıyır. The Old Blood ‘da da durum çok farklı değil. Yine de benim gibi Wolfenstein’ı sevenler, her zaman bu oyunu alıp oynayacaklardır.
Öncelikle Wolfenstein: The Old Blood grafik açısından ilk oyun The Order’dan çok farklı bir şey sunmuyor. Grafikleri iyi veya kötü tartışabiliriz ama göze çarpan ilk unsur The Old Blood’ın inanılmaz akıcı olması. PlayStation 4’te şaşmaz bir şekilde 60fps’i görüyorsunuz. Konu FPS oyunları olunca düşük kare/saniye oranları gerçekten de rahatsız edici olabiliyor. The Old Blood akıcı oynanışıyla bile göz atılası bir oyun.
The Old Blood’ın en büyük sorunuysa tıpkı ilk oyun gibi id Tech 5. İd Tech 5 bugüne kadar yapılmış en kötü oyun motorlarından biri olabilir. Uzaktan her şey mükemmel ama kaplamalara yakından baktığınızda, detaylarına indiğinizde bir anda 10 sene öncesine geri dönüyorsunuz. Buradaki tek sevindirici nokta, id Tech 5’e The Evil Within ile elveda dedik. Wolfenstein: The Old Blood teknik olarak yeni bir oyun olmadığı için bir kez daha bu oyun motoruna katlanmak zorunda kalıyoruz.
Oyuna dönecek olursak, The New Order’da ne varsa The Old Blood’da da aynısı var. Hem perk sistemini hem de gizliliği yine ön plana çıkartan bir yapım The Old Blood. İlk oyunda bu özelliği gerçekten çok doğru uygulamışlardı, şimdi de öyle yapmışlar.
Aksiyonu yine kuvvetli ve ana oyunda bana zor anlar yaşatan vuruş hissi bir nebze kendine gelmiş. Yine tek sorun elimizde iki tane taramalı varken yerden mermi toplamak zorunda bırakılmak. Özünde bir aksiyon oyunu oynuyoruz ve elimizde İKİ TARAMALI var. Bu yolla oynadığınızda bir süre sonra tırım tırım yerlerdeki mermileri aramaya başlıyorsunuz. İlla o tuşa basmam gerekmemeli. Belki kulağa önemsiz geliyor ama o saf, coşkulu aksiyonu öyle bir heba ediyor ki bu RYO kırmalığı, anlatılacak gibi değil.
Wolfenstein: The New Order’ın hikaye kısmıysa gayet tadında ve tatmin ediciydi. Bu sefer savaş daha bitmemişken William “B.J.” Blazkowicz’in hikayesinin en başına konuk oluyoruz. Kaybedilen II. Dünya Savaşı’nın iki yıl öncesine dönüyor ve karanlık bir sırrın peşine düşüyoruz. Zaten ana hikaye Helga von Schabbs’ın sırrı üzerinden ilerliyor ve geri döndüğümüz Wolfenstein Kalesi’nde umutsuz bir arayışın peşine düşüyoruz.
Oyunun ilk başlarında bolca gizlenmek zorunda bırakılıyoruz. Hikaye gereği böyle olması gerekiyor ama aksiyona kafadan dalmak isteyen oyuncular biraz hayal kırıklığı yaşayabilirler. Oyunun başları biraz fazla gizlilik gerektiriyor ve maalesef ikinci bir şans sunmuyor. Gizlice ve dikkatli biçimde ilerlerseniz başarıya ulaşıyorsunuz, başka çözüm yolu yok. Birkaç yerde bu çizgi kırılsa da genelde dev düşmanların arasından sıyrılarak, onların enerjilerini boşaltarak ilerlemeye çalışıyorsunuz.
Ortalama süresi 5 saat olan ek paketin ikinci saatiyle beraber elinize iki silahı alıyor ve Nazi öldürmeye kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. Eski mantığın bir ürünü olan The Old Blood da hem hayal gücünü zorlayan düşmanlar hem de sizi gördüğünüz anda topuklamaya itecek boss’lar var.
Ama tek başına satılan bir ek paket olmasına rağmen The Old Blood yeni bir oyun hissiyatı veremiyor. Artık unutulmaya yüz tutan Stand Alone (Tek başına çalışan) ek paket. Yeni oyunu oynamak için Wolfenstein: The New Order’a ihtiyacınız yok.
Teknik sorunları ve markanın sıfırlanmasından dolayı yaşanan problemler dışında, The Old Blood bekleneni veren bir ek paket. Eğer bu aradalar oynayacak FPS oyunu arıyorsanız Wolfenstein: The Old Blood’a bakmanızdan bir zarar çıkmaz. Aksine hayli eğlenceli bir 5 saat sizleri bekliyor. İnanıyoruz ki Machine Games ileride bize daha iyisini sunacak ve o zaman Wolfenstein hak ettiği yere gelecek, tekrar bir klasik olarak anılacak.
2015 yılında çok sayıda yenilikçi teknoloji cihazı tanıtıldı. Ayrıca çeşitli konsept tasarımlar da heyecan verici yeniliklere dair güçlü ipuçlarını beraberinde getirdi. Akıllı saat, akıllı gözlük, sanal gerçeklik gibi popüler konular ise birçok teknoloji şirketinin odak noktaları arasında. Elbette daha ince, bükülebilir forma sahip ekranlar ve konfigürasyonları üst seviyeye çıkarma yolundaki çalışmalar da aralıksız devam ediyor. İşte bu çalışmalardan biri Lenovo’nun Çin’de gerçekleştirilen teknoloji etkinliğinde görücüye çıktı. Bir akıllı telefon, ancak farklı özellikler ve yeni kullanım olanakları ile donatılmış, yeniliklerle dolu…
Lenovo Smart Cast adlı akıllı telefon, donanım yapı taşları içerisinde bir lazer projektör barındırıyor ve bu sayede ekrandaki görüntünün duvara ya da herhangi bir yüzeye yansıtılmasının önünü açıyor. Öte yandan aygıtın çok daha dikkat çekici bir yeteneği daha var…
Kullanıcı, onu karşısında konumlandırılıp ekranının öne doğru yansıtılmasına tanıklık edebiliyor. Bu sayede Lenovo Smart Cast’ın ekranında uygulamalar açılabiliyor, yazı yazılabiliyor ya da çeşitli uygulamalar kullanılabiliyor. Sanal dokunmatik ekran özelliği ile masanın üzerinde adeta bir tür bilgisayara dönüşen Smart Cast, oldukça kullanışlı görünüyor.
Ekstra bir stand ile gelen aygıt, bu sayede multimedya için oldukça fonsiyonel bir çözüme dönüşüyor. Full HD ekrandaki görüntünün duvara yansıtılması biçimindeki kullanım mini projektör cihazlarını anımsatsa da özellikle dokunmatik ekranın kullanıcının önüne sanal bir şekilde geliyor olması önemli bir yenilik olarak öne çıkıyor.
Lenovo, yeni modele ilişkin herhangi bir fiyatlandırma ya da piyasaya çıkış bilgisi vermedi, bilgiler geldikçe haber güncellenecektir.
Aksiyon kameraları üreticisi GoPro, 2016 yılına ilişkin planlarını açıkladı. Şirketin CEO’su Nick Woodman, gelecek yılın ilk yarısında insansız hava aracı satışlarına başlanacağını duyurdu. Dört pervaneli insansız hava aracının GoPro’nun temel taşlarından biri olduğunu ifade eden Woodman, bu nedenle üretim planlarının mantıklı olduğunu kaydetti.
GoPro kameraları satın alındıktan sonra uygun drone’lara takılabiliyorlar. DJI, Parrot, Phantom gibi şirketlerin GoPro uyumlu modelleri bulunuyor. Ancak görünen o ki kamera teknolojileri şirketi bu alandaki pastadan pay almayı amaçlıyor.
Gelecek nesil GoPro drone’larının fiyat aralıkları hakkında ipuçları verilmezken aygıtların son kullanıcı odaklı bir fiyat aralığına sahip olması bekleniyor. GoPro tarafında gelişmeler bununla da sınırlı değil, kameraları ile her geçen yıl popülaritesini yükselten teknoloji şirketi, Kolor adlı sanal gerçeklik firmasını satın alarak farklı alanlarda da yöneleceğinin sinyallerini de vermişti…
GoPro modellerinde sanal gerçeklik, 360 derecelik görüntüler üzerinde 3 boyutlu görüntülerin önünün açılması gibi bir dizi yenilik anlamına geliyor. GoPro adına sanal gerçeklik özellikli kameralar, kameraların takılabileceği drone gibi yenilikler, 2016 yılı itibarıyla şirketin önemli yenilikleri arasında yer alacak. Ancak GoPro, dinamik yapısı ile başka sürprizlerle de teknoloji dünyasının karşısına çıkacak gibi görünüyor.
Lenovo, 249 dolardan başlayan fiyatlarla satışa çıkacağı bildirilen üç yeni dizüstü bilgisayar modelini tanıttı. Yeni Lenovo modelleri, Çin’de düzenlenen Lenovo Tech World etkinliği kapsamında tanıtılırken dizüstü bilgisayarlar 14 inç ekran boyutunda giriş seviyesi IdeaPad 100 ile başlıyor. 15 inç ekranlı bir diğer alternatifi de potansiyel kullanıcılarına sunan IdeaPad 100’ün yanı sıra 14 inç ekranlı Z41 ve daha büyük boyutlu Z51 diğer modeller…
Yeni giriş seviyesi dizüstü bilgisayar Lenovo IdeaPad 100, zarif tasarımı ile dikkat çekiyor…
Yazılım tabanında Chromebook formunda gelen Lenovo IdeaPad 100, 14 ve 15 inç ekranlarda 1366 x 768 piksel çözünürlük sunuyor. Intel BayTrail-M N3540 işlemci, 500 GB HDD (128 GB SSD’li versiyonu da var), 8 GB’a kadar RAM desteği ve HDMI, kart okuyucu, 1’er USB 3.0 ve 2.0 portlarına sahip. 14 inç ekranda 1.9 kg’lık ağırlığıyla da dikkat çekiyor.
499 dolardan başlayan fiyatlara sahip Lenovo Z41 ve 599 dolardan başlayan fiyatlarla gelecek olan Z51 modelleri ise Full HD ekranları ile öne çıkıyorlar. Intel Core i7 işlemci, 1 TB HDD ya da SSD seçenekleri, 16 GB RAM öne çıkan özellikler. Bu model için Intel’in yanı sıra AMD işlemcili seçenekler de sunuluyor. Z51 modelinde Intel RealSense 3D kamera mevcut. Bu sayede özellikle oyuncular için ilginç bir deneyim vaat ediyor. Lenovo’nun yeni dizüstü bilgisayarları Haziran ayında satışa sunulacak.
Saygın araştırma kuruluşlarından Gartner, şirketlerin pazar payları ile birlikte küresel akıllı telefon satışlarını, 2015 yılı ilk çeyreği kapsamında ele alan bir rapor yayınladı. Buna göre dünya genelinde 336 milyon 54 bin adet akıllı telefon satışı gerçekleştirildi. Akıllı telefon satışlarının Doğu Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Asya/Pasifik Bölgesi’nde arttığı kaydedilirken adetsel ve oransal bazda detaylar da kamuoyu ile paylaşıldı.
Güney Kore menşeili Samsung’un 2015 birinci çeyreğinde toplam 81 milyon 123 bin adet akıllı telefon sattığı ve bu satışların da pazarın yüzde 24.2’sine tekabül ettiği kaydedildi.
Samsung’un ardından ABD menşelili Apple’ın ikincilikte yer aldığı görülüyor. Ağırlıklı olarak 2014 Eylül’ünde tanıtımı gerçekleştirilen iPhone 6 ve iPhone 6 Plus modelleri ile ilgi gören şirketin toplamda 60 milyon 177 bin adet akıllı telefon sattığı belirtildi. Bu satışların pazar payı olarak karşılığı ise yüzde 17.9 şeklinde.
Üçüncü sırada ise 2014 yılı ilk çeyreğinde olduğu gibi Çin menşeili Lenovo yer aldı. 18 milyon 888 bin akıllı telefon satışı gerçekleştiren Lenovo’nun pazar payı ise yüzde 5.6 seviyesinde.
Lenovo’nun ardından 5.4 pazar payı ve 18 milyon 102 bin ünitelik satışla bir diğer Çin menşeili üretici Huawei üçüncü, Güney Koreli LG Electronics ise dördüncü sırada yer aldı. LG’nin pazar payı yüzde 4.6 ve satış adedi 15 milyon 424 bin adet. Bu teknoloji şirketlerinin dışında yüzde 4.6’nın altında pazar payına sahip çok sayıda akıllı telefon üreticisi bulunuyor.
Aralarında Xiaomi, Micromax, HTC, Microsoft gibi markaların de yer aldığı şirketlerin toplam pazar payları yüzde 42.4. Bu sonuçlar ışığında Samsung, Apple, Lenovo, Huawei ve LG’nin yani beş şirketin akıllı telefon pazarının yüzde 57.6’sını ellerinde bulundurdukları görülüyor.
Akıllı telefon pazarında rekabet yüksek seviyede. Şirketlerin güçlü donanım özellikleri ve ‘daha ince’ tasarım gibi bir dizi konuda birbirleri ile kıyasıya yarışlarına tanıklık ediliyor. Üreticilerin ilginç yenilikleri de zaman zaman ortaya çıkabiliyor. İşte bunlardan biri de akıllı telefona iki adet batarya yerleştirerek ilginç bir konfigürasyon yapısı sunan Innos oldu.
Çin menşeili Innos’un D6000 model koduna sahip akıllı telefonunda iki adet pil ile toplamda 6000mAh’lık bir kapasite söz konusu. Android işletim sistemine sahip Innos D6000, şarj dayanıkılığı ile adından söz ettireceğe benziyor. Modelin, şarj dayanıklılığı konusunda en az 3 günü kesinlikle tamamladığı belirtildi. Hatta şirketin iddiasına göre şarjı 5 güne kadar dayanıyor.
Akıllı telefon sektöründe bir ilk olan bu özellik, cihazın oldukça düşük fiyat etiketi ile bir arada ele alındığında ise daha da çarpıcı bir hal alıyor. Çift pilli Innos D6000’ın satışlarına 290 dolar fiyat etiketi ile başlandı. İlk etapta Çin’de satışlarına başlanan cihazın diğer ülkelerde de satışa sunulması bekleniyor.
188 gram ağırlığındaki modelin kalınlığı ise yaklaşık 1.2 cm. 5.2 inç ekrana sahip, Snapdragon 615 işlemci, LTE desteği, 3 GB RAM ve 32 GB dahili hafıza ise öne çıkan diğer donanım özellikleri. Cihazın 16 megapiksel arka/5 megapiksel ön kameraya sahip olduğunu da belirtelim. Önyüklü işletim sistemi sürümü de Android 5.0 Lollipop.
Akıllı telefon dünyasında ses getiren bu modelin nasıl bir ilgiyle karşılanacağı ise merakla bekleniyor. Gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz.
HTC’nin oldukça ilginç bir görüntüye sahip olan kamerası HTC RE’yi birkaç aydır kullanıyorum. Birçok kişi tarafından astım pompası ya da periskopa benzetilen cihaz aslında oldukça kullanışlı bir kamera. HTC RE’yi kullanırken ilk olarak ilginç bakışlara hazırlıklı olmanız gerekiyor. Gittiğim basın gezilerinde bu kamerayı çok sık kullanıyorum ve açıkçası etraftaki insanlardan çok büyük bir ilgi görüyor. Hatta bazen ne zamandır astım hastasısınız gibi sorularla da karşılaşabiliyorsunuz. Cihazın kamera olduğunu öğrendiklerinde insanların yüzlerindeki ifade de kamera kadar ilginç oluyor.
Lizbon’daki tarihi eserlerden birisi…
HTC RE aslında küçük ve oldukça basit bir kullanıma sahip geniş açılı kompakt bir kamera. Kullanımı ciddi anlamda kolay. Fotoğrafını ya da videosunu çekmek istediğiniz yere doğru yöneltiyorsunuz ve düğmeye bir kere kısa süreli bastığınızda fotoğraf çekiyor, uzun süre bastığınızda video çekiyor. Cihaz iOS ve Android cihazlarla kullanılabiliyor. Telefonunuza ya da tabletinize kameranın uygulamasını yüklüyor ve eşleştiriyorsunuz. Daha sonrasında kamera ile ilgili ayarları bu uygulama üzerinden yapabiliyorsunuz. Kameranın çözünürlüğü, açısı, video stabilizasyonu bu ayarlar arasında yer alıyor. Kameranın firmware’i de uygulama üzerinden güncellenebiliyor. Ayrıca telefonunuzu kullanarak kameranın görüntüsünü görebiliyor, fotoğraf ya da video çekebiliyorsunuz. Kameranın benim en çok hoşuma giden özelliklerinden birisi ise başka herhangi bir uygulamaya gerek kalmadan rahatlıkla Timelapse video çekebilmeniz. Yukarıda geçtiğimiz haftalarda Lizbon’da kaldığım otelin odasından çektiğim Timelapse videosunu izleyebilir ve ne kadar güzel bir sonuç aldığımı izleyebilirsiniz. Uygulama sadece HTC cihazlarda çalışacak şekilde tasarlanmamış diğer marka telefonlar ve tabletlerle de oldukça iyi çalışıyor. Samsung, iPhone ve Huawei marka telefonlarda hiçbir sorun yaşamadan kullandım.
Lizbon’un tarihi sokaklarında Fado müziği yapan çift…
Gelelim kameranın teknik özelliklerine. HTC RE, bir metreye kadar su geçirmiyor. IPX7 su geçirmezlik özelliğine sahip. 16 megapiksel olan kamerada ½.3” Sony CMOS sensör bulunuyor. Bluetooth 4.0, Wi-Fi ve Wi-Fi Direct bağlantı özelliklerine sahip. Kameranın alt kısmında MicroSD kart ve tripod yuvası bulunuyor. HTC RE ile birlikte 8GB’lık bir MicroSD kart geliyor fakat 128 GB’a kadar MicroSD kart takılabiliyor. Yine alt kısmındaki mikro USB bağlantı noktası ile şarj edilebiliyor ve bilgisayara bağlanabiliyor. 146 derece gibi oldukça geniş bir açıya sahip.
Biraz önce de bahsettiğim gibi kamerayı kullanmak çok basit. Kamera avucunuza tam oturuyor, kullanırken yapmanız gereken tek şey fotoğrafını çekmek istediğiniz yere yöneltip deklanşöre basmak. Cihazın üzerinde güç açma kapama tuşu bulunmuyor. Üzerindeki sensör sayesinde cihazı elinize aldığınızda çalışmaya başlıyor. Dilerseniz telefondaki uygulama üzerinden kapatabiliyorsunuz. Geniş açısı sayesinde oldukça iyi selfie de çekilebiliyor.
Prag Kalesinde çektiğim selfie
Biraz önce Timelapse özelliğinden çok memnun kaldığımı belirtmiştim, kameranın bir diğer özelliği de yavaş çekim yapabilmesi. Kameranın önde bulunan tuşuna bastığınızda yavaş çekim moduna giriyor.
Herhangi bir vizörden ya da ekrandan bakmadığınız için başlangıçta cihazı kullanırken açıkçası garipsiyorsunuz. Ama zaman içinde kullanımına oldukça alışıyorsunuz ki etraftaki bakışları dahi fark etmiyorsunuz.
Bu arada cihazın alt tarafında yer alan tripod yuvası ve bir metreye kadar su geçirmezliği sayesinde kamerayı bir nevi aksiyon kamera gibi kullanabiliyorsunuz. Fakat bu aksiyon kameranızın yerini alacağı anlamına gelmiyor. Bendeki otomobilimle uzun yola çıkarken bende bulunan aksesuarları kullanarak ön camın önüne yerleştirdim ve arada aracın içini, arada aracın dışını çekerek güzel bir yol videosu da çektim. Farklı aksesuarlarla farklı amaçlar için kullanmak da elbette mümkün.
Yine Lizbon’da çekilmiş bir kare…
Sonuç olarak genelde ben açıkçası HTC RE’den oldukça memnun kaldım. Kolayca cebinizde taşıyabilmeniz ve cebinizden çıkarıp anında fotoğraf ya da video çekebilmeniz, iyi bir akıllı telefonla çekeceğiniz fotoğraflardan ya da videolardan daha iyi sonuç vermesi, başlangıçta biraz garip gelse de şekli, Timelapse ve yavaş video çekebilme özelliği, 128GB’ye kadar hafızasının artırılabilmesi benim hoşuma giden yönleri oldu.