Mediatrend Desktop Mediatrend Mobile
Mediatrend Desktop Mediatrend Mobile
Diğer
    Ana Sayfa Blog Sayfa 2004

    2014’ün en iyi beş oyunu

    1

    2014 geçti gitti. Peki, aklımızda neler kaldı? Aslına bakarsanız, birçok kişiye göre nispeten zayıf bir oyun yılıydı. Bu görüşe belli bir oranda katılmamak mümkün değil ama araya öyle yapımlar sıkıştı ki bırakın 2014’ü, muhtemel devam oyunlarıyla önümüzdeki yıllara bile damga vurabilirler.

    İşte karşınızda öve öve bitiremeyeceğimiz 5 yapım!

    Dark Souls 2
    Dark Souls 2 ile beraber Souls serisi (şimdilik) sona erdi ve yapımcı firma From Software eşsiz oynanış geleneğini Bloodborne ile devam ettirmeyi amaçlıyor. Dark Souls 2 yapı olarak Demon Souls ve Dark Souls’un bir birikimiydi. Kim ne derse desin, hem aldığı yüksek puanlar, hem de büyük oyuncu kitlesiyle gerçek bir klasik.

    Dark Souls 2

    Dark Souls 2 hep zorluğuyla gündeme gelmiştir. O zorluğun altında yatan başarı hissi, bugün bile oyuncuları cezp etmeye devam ediyor ve PvP bölgeleri müthiş mücadelelere sahne oluyor. Son yılların en iyi rol yapma oyunlarından biri olan Dark Souls 2’yi halen denemediyseniz, çok şey kaçırıyorsunuz.

    Titanfall
    Medal of Honor: Allied Assault, Call of Duty: Modern Warfare gibi, FPS dünyasına damga vurmuş oyunları oynayanlar için bu yıl harika geçti. Bu iki efsanenin yapımcılarının kurduğu ReSpawn, ilk meyvesini gökten başımıza titan yağdırarak verdi.

    Titanfall

    Parkur mekaniklerini muhteşem bir şekilde FPS türüyle harmanlayan Titanfall, oynanış olarak hem inanılmaz temposu, hem de esnek yapısıyla taktir topladı. Devasa mekanik robotları ve MOBA’lardan tanıdığımız Creep/Minion’larıyla son yılların en yenilikçi FPS oyunu olmayı başardı.

    Middle Earth – Shadow of Mordor
    Yeni bir Orta Dünya oyunu? Yine mi? 2004 yılında F.E.A.R. isimli inanılmaz oyunu bizlere sunmuş olan Monolith, şimdi de Yüzüklerin Efendisi oyunuyla karşımızdaydı. F.E.A.R. sağ olsun, yapay zeka konusunda kendilerini zaten kanıtlamışlardı ama hiçbirimiz yılın en iyi oyunlarından birinin Shadow of Mordor olacağını tahmin edemezdik.

    Nemesis sistemiyle önümüzdeki yıllarda gelecek olan birçok yapımın önünü açan Shadow of Mordor, böylece isimsiz düşmanlara bile bir amaç vermişti. Hepimizin sevdiği Batman Arkham serisinin oynanış mekaniklerini harika bir şekilde oyuna uyarlayan Monolith, anlattığı ilgi çekici hikayeyle de oynayan herkesi Talion’a hayran bırakmayı başardı.

    En nihayetinde; Şimdi de oyuncular ikiye ayrılıyor; Shadow of Mordor’u oynamış olanlar ve oynayacak olanlar…

    Shadow of Mordor

    Dragon Age: Inquisition
    Dragon Age Inquisition için söylenecek tek bir söz var; o da devasa büyüklüğü! Bioware şimdiye kadar iki tane güzide oyun dünyasını bizlere kazandırdı. Biri Dragon Age, diğeri Mass Effect. Seçimlerimiz, hatalarımız, yaşamlarımız ve ardımızda bıraktıklarımızla o evrenler büyüdü ve en sonunda Inquisition halini aldı.

    Dragon Age

    Dragon Age sadece bir oyun değil, aynı zamanda yeni nesil rol yapma oyunları için bir yol haritası. Konsol veya bilgisayar oyunu değil, tam bir oyun. Karakterleri ve keşfedilmeye hazır uçsuz bucaksız dünyasıyla, hem 2014’ün en iyi oyunlarından biri hem de Bioware’ın yeni evrenler oluşturmada ne kadar başarılı olduğunun büyük bir kanıtı. Dragon Age Inquisition için söylenecek çok fazla şey var ama en güzeli sizin keşfetmeniz. (Diazepam) Mass Effect 3 ile ilk çıkışını yapan co-op çoklu oyuncu seçenekleri de Inquisition ile daha bir çeşitlik kazanıyor, uzun süre peşimizi bırakmayacak bir evrenin kapılarını ardına kadar açıyor.

    Talos Principle
    2014’ün son anlarında tanıştık The Talos Principle ile. O gün bu gündür kafayı kırmış durumdayız. CroTeam’i ne kadar tebrik etsek azdır. İşte böyle yapımlar, oyunları sanat eseri konumuna yükseltecek.

    The Talos Principle

    Bu bir video oyunu mu? Çünkü The Talos Principle bizden sayısız düşmanı öldürmemizi istemiyor. Oyun, bizleri her şeyi sorgulamamız için teşvik ediyor ve bunu derin bir felsefeye dayanarak yapıyor. Bir insan yaşamını, sentetik bir bedende sorgulamak… Şaheser!

    Dark Souls 2’yi satın almak için buraya tıklayabilirsiniz.

    Rüzgâr Enerjisi Teknolojisi

    Enerji, günümüzün ve geleceğin en önemli ihtiyaçlarının başında geliyor. Hayatın devamlılığı neredeyse enerjiye bağlı durumda. Enerji kaynaklarının sınırlı olması, ülkeleri gelecekte bu sorunu çözmeye yönelik arayışlara itmiş durumda. Bu yazımda, bu haftanın enerji tasarrufu haftası olmasından dolayı, tamamen çevreci enerji kaynağı olan Rüzgâr enerjisinden bahsedeceğim.

    Günlük hayatın her alanında kullanılan enerji; kimyasal, nükleer, mekanik, termal, jeotermal, hidrolik, güneş, rüzgâr, elektrik enerjisi gibi değişik şekillerde bulunabilmekte ve uygun yöntemlerle birbirine dönüştürülebilmektedir.

    Rüzgâr, yüksek basınç alanından alçak basınç alanına yer değiştiren havanın dünya yüzeyine göre hareketidir. Rüzgâr enerjisinden, mekanik enerji üretimi ve elektrik enerjisi üretimi şeklinde yararlanılmaktadır.

    Rüzgâr enerjisi doğada bol bulunan bedava bir enerji kaynağıdır. Karmaşık bir yapıya sahip olmadıkları için bakım ve onarım masrafları da yok denecek kadar azdır.

    Rüzgâr enerjisinden üretilen elektrik özellikle; kırsal alanlarda, ormanlık ve dağlık bölgelerde, adalarda, deniz fenerlerinde, çiftliklerde, yangın kulelerinde kullanılmaktadır. Günümüzde büyük güçlü rüzgâr santralleri, elektrik şebekesine bağlı ve birden fazla türbin içeren rüzgâr çiftlikleri biçimindedir. Rüzgâr santralinin ana yapı elemanı rüzgâr türbinidir. Bir rüzgâr türbini, çevredeki engellerin rüzgârı kesemeyeceği yükseklikte bir kule ve bunun üzerine yerleştirilmiş bir gövde ve rotordan oluşmaktadır.

    Rüzgâr Türbin Teknolojisiyatay_eksenli_turbin

    Rüzgâr türbinleri, rüzgâr enerji santrallerinin ana yapı elemanı olup hareket halindeki havanın kinetik enerjisini öncelikle mekanik enerjiye ve sonrasında elektrik enerjisine dönüştüren düzeneklerdir. Rüzgâr türbinleri dönüş eksenlerinin doğrultusuna göre yatay eksenli veya düşey eksenli olarak üretilir. En fazla kullanılanı yatay eksenli rüzgâr türbinleridir. Yatay eksenli rüzgâr türbinleri, dönme eksenleri rüzgâr yönüne paralel ve kanatları ise rüzgâr yönüne dik vaziyette çalışırlar. Bu tip rüzgâr türbinleri bir, iki, üç veya çok kanatlı yapılmaktadır. Yatay eksenli rüzgâr türbinleri; rüzgarın kuleyi yalamadan rotora çarpması durumunda ileri ya da önden rüzgarlı, önce kuleye dokunup sonra rotora gelmesi koşulunda geri ya da arkadan rüzgarlı türbin adını alırlar. Düşey eksenli rüzgâr türbinlerinin eksenleri rüzgâr yönüne dik ve düşey olup kanatları da düşey vaziyettedir. Düşey eksenli rüzgâr türbinlerinde rüzgârın esme yönü değiştiği zaman yatay eksenli rüzgâr türbinlerinde olduğu gibi herhangi bir pozisyon değiştirmesi olmaz. Elektrik üretim amaçlı şebeke bağlantılı modern rüzgâr türbinleri çoğunlukla 3 kanatlı, yatay eksenli rüzgâr türbinleridir.

    Rüzgâr Türbini Nasıl ÇalışıriStock_000035246026_Small

    Bir rüzgâr türbininin ürettiği enerjinin hesaplanması için rüzgârın hızına ve pervane çapına ihtiyaç vardır. Çoğunlukla büyük rüzgâr türbinleri saniyede 15 metre hızla dönmektedir. Teorik olarak üretilen enerjinin artması için pervane çapının artması gerekmektedir. Bu da rüzgâr türbininin yüksekliğinin de artması anlamına gelir. Bu sayede daha fazla rüzgâr alıp daha hızlı bir dönme hareketi sağlanır.

    Genellikle rüzgâr türbinleri saatte 33 mil hızla döndüklerinde tam kapasite olarak çalışmaktadırlar. Saatte 45 mil (20 metre / saniye) hızına çıktıklarında ise otomatik olarak sistem durmaktadır. Türbinin fazla hızlanması halinde sistemi durduracak birçok kontrol bulunmaktadır. En genel sistem fren sistemidir. Pervane 45 mil/saatte hızına ulaştığında dönme işlemini durdurur.

    İlk kurulum maliyetlerinin yüksek olması, yıllık olarak istenilen  verimde çalışmamasından dolayı genel olarak değerlendirildiğinde günümüzde kömür ve nükleer santralleri, rüzgar santrallerinden daha ucuza enerji üretebilmektedir. Her şeyden önemli olarak, Rüzgâr enerjisi temiz ve yenilenebilir bir enerji kaynağıdır. Çevreyi kirletmeyen, atmosfere zararlı gaz salınımı yapmayan ve en önemlisi bitmeyen bir enerji kaynağıdır.

    Rüzgâr enerjisi  santrallerinin dezavantajlarından bahsedecek olursak, diğer enerji santralleri gibi her zaman yüksek verimle çalışamazlar. Rüzgâr her zaman aynı hızda olmamaktadır. Rüzgâr enerjisi türbin santralleri, şehirlere yakın noktalarda kurulduklarında ses kirliğine neden olmakta, bu nedenle çoğunlukla şehirlerden uzak, deniz yüzeyinde veya yüksek tepelerde kurulmaktadır.

    Kaynaklar;

    http://www.eie.gov.tr/yenilenebilir/ruzgar-ruzgar_enerjisi.aspx
    http://www.ibb.gov.tr/sites/aydinlatmaenerji/Pages/EnerjiTeknolojileri.aspx
    http://www.bilgiustam.com/ruzgar-enerjisi-nedir-nasil-calisir/

    Kişisel buluta doğru…

    Son yıllarda adını sık sık duyduğumuz bulut bilişim hem bireyler hem de kurumlar arasında yaygınlaşmaya devam ediyor. Kurumsal açıdan baktığımızda bulut bilişim teknolojileri şirketlere çok önemli avantajlar sağlıyor. Şirketler bulut bilişim sayesinde en yeni teknolojilere ve yazılımlara oldukça uygun şartlarda ulaşabiliyorlar. Bulut üzerinden ulaşılabilen CRM, muhasebe, işbirliği, mesajlaşma hatta telefon santrali uygulamaları dahi bulunuyor. Herhangi bir bakım maliyetinin olmaması, teknik işlerin tamamının hizmet sağlayıcı şirket tarafından halledilmesi, istenilen uygulamaların ve hizmetlerin hızla uygulanabilmesi, hizmetlerin ihtiyaçlara göre kolaylıkla ölçeklenebilmesi şirketlerin işlerini kolaylaştırıyor. Ayrıca bulut üzerinden kullanılan uygulamalar sayesinde çalışanlar haftanın yedi günü 24 saat uygulamalara ve verilere, dünyanın neresinde olursa olsunlar erişebiliyorlar.

    cloud_2

    Küçük ve orta ölçekli şirketlerin güvenliğini artırıyor
    Güvenlik açısından baktığımızda özellikle güvenlik için ayrı bir teknik eleman çalıştırma imkanı olmayan şirketler, yüksek seviyede güvenlik hizmeti de alıyorlar. Bulut hizmeti veren şirketler bünyelerinde sadece güvenliğe yönelik çalışan elemanlar çalıştırıyorlar ve güvenlikle ilgili tüm standartları yakından takip ederken tüm güncellemeleri hızlı bir şekilde yapıyorlar. Bu da küçük ve orta ölçekli şirketlerin güvenlik düzeyini yükseltiyor. Diğer taraftan erişilebilirlik açısından herhangi bir donanım arızası oluştuğunda ya da bir tıkanıklık olduğunda anında bir başka donanım devreye giriyor ve sorunu ortadan kaldırıyor. Böyle bir sistemin küçük ve orta ölçekli bir şirkette kurulması oldukça maliyetli ve bu ölçekteki çoğu şirketin böyle bir gücü bulunmuyor. Elbette bulut bilişimin tüm avantajlarından sonuna kadar yararlanabilmenin en önemli şartlarından birisi hızlı bir internet bağlantısına sahip olmak. Yavaş bir internet bağlantısıyla bulut bilişim yarardan çok zarar anlamına gelecektir.

    Bulut Bilişim

    Kullanıcılar kendi bulutlarını kuruyor
    Bireysel kullanıcılar açısından baktığımızda ise son dönemde kullanıcıların kendi bulutlarını kurmasını sağlayan ürün ve yazılımların yaygınlaştığını görüyoruz. Özellikle depolama konusunda oldukça kullanışlı ürünler bulunuyor.
    Kişisel kullanım için Dropbox, OneDrive, Box, SugarSync ve Google Drive gibi dosyalarınıza her yerden erişebilmenizi sağlayan çeşitli hizmetler bulunuyor. Gerçekten bu hizmetler çok kullanışlı. Bu hizmetlerin çoğu ücretsiz depolama alanı sağlıyor. Ama bu alan ne yazık ki ben ve birçoğumuza yetmiyor. Bu yüzden ekstra bir alan satın almak gerekiyor. Benim ücretini ödeyerek satın aldığım yaklaşık 100 GB’lık bir alanım bulunuyor. Fakat bu 100 GB’lık alan dahi bana yetmiyor. Fotoğraflar ve videolar için bu alan gerçekten çok az. Kapasiteyi yükseltmek mümkün ama ödenecek ücret çok artıyor.

    Kişisel Bulut
    İşte bu noktada imdadımıza kişisel bulut yetişiyor. Çeşitli yazılımlar ve donanımlar kullanarak evimizde ya da işyerimizde kullanabileceğimiz kişisel bir bulut oluşturabiliyoruz. Ben evimde ve işyerimde kullanabildiğim yaklaşık 4 terabaytlık bir alana sahip kişisel bulut kurdum. Bulutuma internetten istediğim zaman (elektrik kesintileri ya da eşimin cihazlarımın fişini çekmesi gibi istisna durumlar hariç) ulaşabildiğim bir alanım var. Bulut BilişimEvimdeki ve işyerimdeki sistemler birbiriyle senkronize. Akıllı telefonumla çektiğim tüm fotoğraflar ve videolar kablosuz bağlantıda anında kişisel bulutuma yükleniyor. Kurduğum sistem için yıllık herhangi bir ücret ödemiyorum. Dilediğim takdirde sadece belirli bir bölümünü arkadaşlarımla paylaşabiliyorum.

    Bu sistemi isterseniz siz de oluşturabilirsiniz. Bunun için kişisel bulut için özel olarak üretilmiş belirli bir kapasiteye sahip cihaz satın alabilir ya da kullanmadığınız kenarda duran bir bilgisayarınızı bulut için kullanabilirsiniz. Eski masaüstü bilgisayarınıza  ya da dizüstü bilgisayarınıza yüksek kapasiteli bir harici disk ya da dahili disk takıp uygun yazılımı yüklediğinizde yüksek kapasiteli özel bulutunuza kavuşmuş olursunuz. Bu arada evdeki ya da işyerinizdeki modem ya da yönlendiricinizde birkaç küçük ayar yapmanız gerekebilir.
    Bu arada güvenlik açısından kişisel ya da genel olsun bulutta özel verilerinizi mutlaka şifreleyin. Böylelikle herhangi bir güvenlik açığı olduğu takdirde (fiziksel cihazın çalınması, kullanıcı şifresinin çalınması vb.) dosyalarınızın başkalarının eline geçmesine engel olabilirsiniz.

    Buraya tıklayarak harici ya da dahili disk seçeneklerini gözden geçirebilir, ihtiyacınıza uygun olan diski satın alabilirsiniz.

     

    Elektrik ve benzinin melez çocuğu yeni Toyota Yaris Hybrid

    0

    Hibrit Çalışma Prensibi Otomobil dünyasının bir süredir en dikkat çeken konusu hibrid teknolojisi. Hem benzinli hem de elektrikli bir modelle gelen hibrid yani melez motorlu yeni Toyota Yaris Hybrid, bir bebekle özdeşleşen ve ekranlarda sıklıkla karşımıza çıkan reklam kampanyalarıyla firmanın geleceğe dönük vizyonunun en önemli yatırımlarından. Hibridin avantajı nedir? Sürücüler için en büyük artısı tam elektrikli otomobillere göre şarj etme derdinin olmaması, çevreci oluşu ve yakıt tüketiminin az olması nedeniyle özellikle şehir içinde benzin masraflarını yarı yarıya kısması.

    2014-toyota-yaris-hybird-static

    İstanbul’da yaklaşık bir hafta boyunca yaptığım keyifli bir sürüş deneyimiyle hibrid ayrıcalığını bizzat deneyimledim. Modelimin tam adı Yaris Hybrid 1.5 Spirit Multidrive S – Auto. Detaylı bilgilere geçmeden önce belirtmem gerekir ki aracın motor sesi hatırı sayılır derecede düşmüş. Özellikle kalkış ve hızlanmada yumuşaklık başta aracın çalışıp çalışmadığına dair soru işaretleri vermiş olsa da kısa sürede bu değişime alışıyorsunuz. Yaris’in bu segmentte ayrı bir önemi var. Gerek Toyota’da gerek başka markalarda hibrit otomobiller piyasada bulunuyor. Ancak Yaris, küçük sınıf otomobil dediğimiz B segmentinden oldukça yenilikçi ve ileri bir teknolojiyi daha alınabilir fiyatlarda sunuyor. 2012’de tanıştığımız ilk hibrid Yaris’ten farklı olarak tasarımda değişime giden Toyota biraz daha sert hatlarla karşımıza çıkıyor. Aracın önündeki ızgara ve farlardan bu değişimi fark ediyorsunuz. Aracı çalıştırdığınızda tork diye ifade ettiğimiz kalkış anındaki süratlenme son derece tatminkâr. Aslında bu özellik elektrikli ve hibrid araçların genelinde var. Önceki bir yazımda da bahsettiğim gibi elektriğin sağladığı güç en baştan itibaren daha stabil geliyor. Klasik motorlarda bir devinim söz konusu olduğu için kademeli bir performans artışı söz konusu.

    KAÇ YAKAR?

    Yakıt tüketimine bakacak olursak 100 km’de 3.6 litre gibi bir değer görüyoruz. Klasik motorlu araçlarda bu rakam 7 ve 8 litreye kadar çıkabiliyor. Dizel motorlarda ise 4-5 seviyesinde olduğunu görüyoruz. Şehir içinde bu araçla tam bir depo yol kat ettim. 36 litre depo ortalama 160 liraya doluyor ve 650 km gidebiliyor. Yani en düz hesabıyla hibrid ile 160 liraya 650 km yol alabiliyorsunuz ki bu da çok dikkat çekici ve iddialı bir veri. Yaris’in bir şehir içi otomobil olduğundan bahsettik bu da ona kırmızı ışıkta beklerken sıfıra yakıt tüketimi ve elektrikli motorun kendini şarj etmesiyle birlikte yoğun bir trafikte çok az yakıt tüketimi olarak geri dönüyor. Otomatik vites kutularında görmeye alışık olmadığımız bir de B diye bir bölüm var. Bu da “Break” yani fren anlamına geliyor fakat işlevi farklı. Uzun süre yokuş aşağı inecekseniz B ile gitmeniz öneriyor. Bu sayede motorun elektrikli kısmı daha çabuk şarj oluyor. Tabii motorun şarjı bitiyor mu bitmiyor mu diye düşünmenize gerek yok. Aracın hibrid olduğunu unutup o şekilde sürmeye devam edin. Sadece sol tarafta bulunan mavi, yeşil ve kırmızı kadrana dikkat edin. Gaza bastıkça şekillenen bu kadran yeşil rengiyle ekonomik, mavi rengiyle normal ve kırmızı ile çok yakan bir sürüş tarzında olduğunuzu gösteriyor.

    toyota-Yaris-2014-interior-tme-019-a-full_tcm-3043-188674

    Gelelim garanti koşullarına. Sürücülerin en büyük endişesi, “Değişik bir motorum var, ya bir sıkıntı çıkarsa?” Toyota bu endişeyi gidermek adına hibrid modeline 2 yıl/60,000 km boyunca garanti veriyor. Bunun dışında mekanik aksamı 3 yıl/100,000 km, hibrid aksamı ise 5 yıl/100.000 km “Toyota Onarım Güvence Sistemi” kapsamında tutuluyor.

    Fiyatlara geldiğimizde ise öncelikle şunu söyleyelim. Artık vergiler nedeniyle sıfır otomobil almak büyük bir lüks haline dönüştü. Bu da sektörde kim ile konuşursanız karşınıza çıkacak bir gerçek. Yaris Hibrid modeli 60,000 lira civarında satılıyor. Başlangıç donanımındaki bir Yaris’ten neredeyse 20,000 lira daha pahalı. Ancak bu karşılaştırmayı esas olarak dizel motorlu araçlarla yapmak lazım. Zira onlara göre Yaris’in fiyatı daha mantıklı duruyor. Bir de yakıt tüketim değeri devreye girince Yaris, teknoloji meraklısı, geleceği şimdiden yaşamak isteyenler için satın alınabilir bir alternatif oluşturuyor.

    Hibrit Çalışma Prensibi

    Akıllı evde bir gün…

    Yakın bir gelecekte evlerimizi hayal edin. Sabah uyandığınızda size günaydın diyen bir kahve makineniz, alışverişte eksikleri bir liste sunarak hatırlatan bir buzdolabınız, havanın o gün soğuyacağını tahmin ederek evinizi ısıtan akıllı bir kombiniz olsun istemez miydiniz? Hatta biraz daha abartalım! Siz evden çıkarken kapılarınız otomatik kilitlensin, anahtar taşımak sizin için tarihe karışsın, akşam siz eve dönmeden perdeler kendiliğinden kapansın ve ışıklar yansın isterseniz buyrun geleceğin evlerini birlikte hayal edelim…

    Saat 07:00…
    Evin içinde hafif bir müzik çalıyor. Uykunuzun en tatlı yerinde bu müziğin sesine kulak veriyorsunuz. Uyandınız ancak yataktan henüz çıkmadınız. Çünkü bir süre sonra perdeleriniz otomatik açılacak ve odanız güneş ışığıyla aydınlanacak. Akıllı evlerdeki otomasyon sistemleri sayesinde bir gece önceden perdelerinizin açılmasını istediğiniz saati ayarlayabiliyorsunuz. Alarmınızın çalmasıyla perdelerinizin açılması arasındaki zamanlamanın süresi tamamen sizin isteğinize kalmış.

    Saat 07:30…
    Artık yataktan çıkma vakti. Dışarıda buz gibi bir hava var ancak sizin eviniz sıcacık. Çünkü dün gece yatmadan önce kombinizin açılma saatini 06:00’ya ayarlamıştınız. Siz uyanana kadar eviniz yeterince ısınmış. İlk olarak banyoya giriyorsunuz. Elinizi yüzünüzü yıkadıktan sonra duş almak için hazırlıklarınızı yapıyorsunuz. Hazırlıktan kastımız tek bir hareketle banyonun suyunun sıcaklığını otomatik olarak ayarlamanız…

    Saat 08:00…
    Mutfağa girdiğinizde kahve makineniz size “Günaydın” diyor ve her zaman tercih ettiğiniz şekersiz ve az sütlü kahvenizi hazırlamaya başlıyor. Kahveniz hazırlanırken, akıllı buzdolabınız o hafta almanız gerekenlerin listesini LED ekranı üzerinden size gösteriyor. Diğer yandan da yoğurdunuzun son kullanma tarihine 2 gün kaldığını da size hatırlatıyor. Sonrasında ise internet üzerinden markete sipariş verebiliyor.

    Saat 08:15…
    Elinizde sıcacık kahvenizle salona doğru ilerliyorsunuz. Tek bir tuşla televizyonunuz açılıyor. Akıllı televizyonunuzun web özelliği ile gündemde neler olup bittiğini internete bağlanarak geniş bir ekrandan görmeniz mümkün.

    Saat 08:30…
    Artık işe gitmek için yola koyulma vakti. Ocağın altını kapattınız mı, kombinin ısısını düşürdünüz mü, anahtarınız nerede gibi evden çıkmadan herkesin aklına gelen soruları bir kenara bırakın. Akıllı eviniz sizin çıkmak üzere olduğunuzu anlayarak evin ısısını düşürüyor, televizyon ve müziği kapatıyor. Anahtar yerine parmak iziyle giriş yaptığınız için anahtarı aldınız mı diye defalarca kontrol etmenize de gerek yok. Ve kapıdan çıkmanızla evinizin alarm sistemi otomatik olarak devreye giriyor. Klasik alarm sistemlerinden farklı olarak akıllı evlerde hareket algılayıcılar, kapı ve pencerelere yerleştirilen manyetik sensörler ile tüm eviniz kontrol altında tutuluyor. Bu sistemler hırsızlık, yangın ya da su baskını gibi olayların yaşanmasını önlüyor. Hatta siz işteyken, eve yabancı biri yaklaşırsa sistem bunu otomatik olarak algılıyor ve evin bütün ışıkları otomatik olarak açılıyor, müzik başlıyor ve evde biri varmış gibi bir senaryo çiziliyor.

    Saat 15:00…
    Çocuklarınız okuldan eve geldi. Evinize kurulu kameralar sayesinde çocukların ne yaptıklarını, hangi odada oturduklarını, televizyonda ne izlediklerini, eve gelince ne yediklerini ve ne zaman ödevlerini yapmaya başladıklarını görebiliyorsunuz. İsterseniz görüntülü ya da sesli görüşme de yapabilirsiniz.

    Saat 18:00…
    İşten çıktınız ve trafikte evinize gitmeye çalışıyorsunuz. Evinize varmanıza az bir zaman kala internete bağlanabilen herhangi bir cihaz ile ev içerisindeki tüm elektronik cihazlarınızı kontrol edebilirsiniz. Örneğin kombinizin sıcaklığını istediğiniz dereceye getirebilirsiniz, sıcak suyun hazırlanmasını isteyebilirsiniz. Hatta yemeğinizi bile ısıtmanız mümkün. Eğer o gün bahçenizi sulamaya üşenirseniz, mobil cihazlarınız üzerinden verdiğiniz bir komutla bu işi de uzaktan halledebilirsiniz.

    Saat 19:30
    Eve geldiniz. Perdeleriniz otomatik olarak kapatıldı. Evinizin ışığı sizin isteğinize göre ayarlandı. Banyonuz sıcak bir şekilde sizi bekliyor. Her şey o kadar hazır ki, size sadece koltuğa ayaklarınızı uzatıp dinlenmek düşüyor. Bilgisayarınızda internette geziniyorsunuz ve mailinizde elektrik faturanızın geldiğini görüyorsunuz. “Her şey akıllandı, acaba faturam da kabardı mı?” dediğinizi duyar gibiyiz. Akıllı evlerin en büyük özelliği enerji tasarrufu sağlıyor olması. Örneğin son teknolojiye sahip beyaz eşyalarınızı satın alırken de enerji tasarrufunu ön plana çıkaran Bosch markasını tercih edebilirsiniz. Bütçenizi de düşünen bu akıllı evler artık birer hayal değil…

    Bosch’un enerji tasarruflu ürünlerini satın almak ve özelliklerini incelemek için buraya tıklayabilirsiniz.

    VPN kullanmak

    gorsel10

    İnternet kullanırken duyduğumuz güvenlik kaygıları gittikçe artıyor. Bazen bir siber saldırıya maruz kalabileceğimiz korkusu bazen de ziyaret ettiğimiz web sitelerinin kayıt altına alınması endişesi ile web üzerinde yaptığımız işlerin izini bırakmak istemiyoruz. İnternet üzerinde dolaşırken IP adresimizin bilgimiz dışında depolanması veya ulaşmak istediğimiz bir sitenin sansürlenmiş olmasından dolayı erişim sağlayamamamız oldukça sıkıntılı bir süreç. Eğer internette sörf yaparken kendimizi anonim yaparsak daha fazla güvende olduğumuzu düşünüyoruz. İşte sırf bu sebeplerden ötürü VPN kullanmak son dönemde daha fazla tercih ediliyor.

    Aslınsa VPN (Virtual Private Network – Sanal Özel Ağ) konusunu anlatmadan önce bir tanımlama yapmak gerekirse kısaca VPN’i internet üzerinden farklı bir ağa bağlanmayı sağlayan bağlantı türü olarak tanımlayabiliriz. İşin gerçeği, bağlantı sanal bir ağ bağlantıdır fakat bağlanılan ağa fiziksel olarak bağlıymışsınız gibi görülür.

    Ayrıca VPN’ler ile güvenilmeyen bir ağa bağlantı yaparken bağlantıyı şifreleyerek güvenli bir biçime sokmak için de kullanılır. Mesela iş yerinize veya eğitim kurumunuzun ağına uzaktan erişim için uygundur. Diğer bir kullanımı da bulunulan ülkenin çeşitli sansür ve kısıtlamalarından etkilenmeden bu kaynaklara ulaşmak içindir.

    Şu an için VPN’i internette dolaşırken gizliliğinizi sağlayabilmek en etkili yöntemlerden biri olarak görebiliriz. VPN hizmetinin kullanılmasıyla  kullanıcılarının bilgilerini şifreli hale gelirken bıraktığı iz olan IP adresi de gizlenmiş oluyor. Gerçekleşen veri trafiğini diğer tarafa ulaşmadan önce güvenli olan bir ağ üzerine yönlendiren VPN servisi aynı zamanda bünyesinde firewall araçları da konumlandırıyor.

    Nelere Dikkat Etmeli?

    VPN kullanacağınız servisi seçerken ne amaçla bu servisi kullanmak istediğinizi unutmayın. Çünkü amacınız İspanya’dan maç izlemek veya Kanada’daki yurt dışına hizmet vermeyen bir yerel servisi kullanmaksa kullanacağınız VPN hizmetinizin sunucularının ilgili ülkelerde olmasına çok dikkat etmelisiniz. Bir de hizmet alacağınız VPN sağlayıcısının güvenlik politikası çok önemli. Seçim yaparken özellikle günlük kayıt kaydetme yapmamasına özen gösterin. Profesyonel hizmet alacağınız bir VPN servisinin de ücretli olacağını hatırlatmak isterim. Yok eğer ücretsiz bir servis kullanıyorsanız size sürekli reklam göstereceği gibi çıkış noktası sayıları da yetersiz olacaktır.

    VPN hizmeti kullandığınız süreçte mail kontrolü, sosyal ağlara giriş veya şifre yazarak farklı servislere giriş yaparken ilgili servisler tarafından ilk seferinde bloklanacağınızı, hesabınıza başka bir ülkeden korsan bir saldırı olmuş gibi algılanarak size doğrulama / onaylama mesajları ulaşacağını unutmayın.

    Özellikle Gmail ve Facebook bu konda çok fazla hassas davranıyorlar. VPN kullanırken farklı bir ülkeden IP alarak internete çıktığınızda ve VPN’e bağlıyken bilgisayarınızdan giriş yaptığınızda sistemleri bunu hesabınıza kötü niyetli bir atak olarak algılayarak hesabınızı doğrulayana kadar dondurabiliyor veya hesabınıza ulaşmanızı engelliyorlar. Bu konuya dikkat etmezseniz her kullanımınızda bir çok serviste gereksiz yere doğrulama yapmak için zaman kaybedersiniz.

    Profesyonel bir VPN sağlayıcısından para vererek satın aldığınız hizmetin aynı zamanda hem cep telefonunuzdan hem de tablet bilgisayarınızdan ek bir ücreti olmadan kullanılabilir olması önemlidir.

    Güvende Olmak

    Ne tür bir güvenlik yöntemi kullanırsanız kullanın, gizliliğini sağlamak için en büyük görev kullanıcıya düşüyor. Parolarınız güçlü değilse, sık sık yenilemiyorsanız, şüpheli bağlantılara sürekli tıklıyorsanız, takip verilerini (çerezler – cookies ve Önbellek – cache bölümleri)  düzenli silmiyorsanız  hangi güvenlik servisini kullanırsanız kullanın zaten güvende olamazsınız. İyi bir VPN servisi size sadece kişisel gizliliğiniz, bilgilerinizin güvenliği ve sansürü aşarak interneti özgürce kullanmak gibi konularda size yardımcı olur.

    Yani VPN hizmeti kullanın veya kullanmayın internette hiçbir zaman %100 güvende olduğunuz ve kesinlikle iz bırakmayacağınız söylenemez.

    Aynasız fotoğraf makineleri

    aynasiz

    Son yılların yükselen bir kavramı olan Aynasız fotoğraf makineleri küçük boyutları, rahat taşınmaları ve giderek geliştirilen teknik özellikleriyle dikkat çekiyor.

    Objektifi değiştirilebilir fotoğraf makineleri kullanıcılara geniş anlamda esneklik sunan ürünlerdir. Değiştirilebilen fotoğraf makineleri temelde Aynasız ve DSLR modeller olmak üzere 2 kategoride değerlendiriliyor.

    Aynasız olarak tabir edilen modellerin ismi İngilizce’deki ‘Mirrorless’ kelimesinden geliyor. DSLR fotoğraf makinelerinde objektifin gördüğü alan vizöre prizma sistemi ile aktarılır. O yüzden vizörün önünde bulunan çıkıntılı bölümde bu prizma sistemi yer alıyor. Prizma sisteminin temelinde ise ayna mekanizması yer alır. İşte Aynasız modellerde bu ayna mekanizması bulunmadığı için bu isim veriliyor.

    İlk aynasız modeller Panasonic ve Olympus önderliğinde 2008 yılında piyasaya sürüldü. Daha sonra bu iki markayı Sony, Canon, Nikon, Samsung, Fujifilm ve hatta Leica gibi firmalar takip etti.

    Günümüzde Türkiye’de satılan çeşitli marka ve modelde 50’ye yakın Aynasız model bulunuyor. Bu modellerin büyük bir kısmı APS-C adı verilen ve giriş/orta seviye DSLR modellerinde de kullanılan sensör boyutundaki ürünlerden oluşuyor. Bu sensörlerin fokal çarpanı ise 1.5X civarında. Türkiye’de satılan modeller arasında Samsung NX1, Sony Alfa 7, Nikon 1V, Sony A5000, Canon M gibi seçenekler bulunuyor.

    Aynasız fotoğraf makineleri ilk çıktığında objektif ve aksesuar seçenekleri kısıtlıydı. DSLR modellere göre daha genç olan bu kategoride artık çok daha fazla objektif ve aksesuar seçeneği bulunuyor. Nikon, Canon, Olympus ve Panasonic gibi üreticilerin DSLR modeller için tasarladığı objektifler dönüştürücü aksesuarlarla aynasız ürünlerde de kullanılabiliyor. Ayrıca bazı üçüncü parti objektif üreticileri de yavaş yavaş aynasız modeller için objektifler üretmeye başladı.

    Mirrorless camera systemKüçük ve hafif

    Bir fotoğraf makinesinde ayna sisteminin bulunmaması gövde boyutunun daha küçük olmasını sağlıyor. Gerçekten de Aynasız modeller DSLR ürünlere göre daha küçük ve hafiftir. Ayrıca çoğunda dijital ya da optik vizör bulunmadığı için taşınması daha da kolaydır. Bir fotoğraf makinesinin aynasız olması taşınabilirliğinin üst seviyede olmasını sağlıyor.

    Full frame aynasız

    Yukarıdaki satırlarda bahsettiğim gibi Aynasız modellerin büyük bir çoğunluğu APS-C boyutunda sensör kullanıyor. Ancak bazı modeller Full Frame olarak tabir edilen 36×24 mm boyutunda sensörlere de sahip. Sensör boyutunun büyük olması çözünürlük ve detay anlamında daha fazla seçenek sağladığı için önemli bir avantaj. Ancak bu ürünlerin fiyatları (aynen DSLR modeller arasında olduğu gibi) daha küçük sensörlü objektiflere göre pahalı. Yine de bu tip ihtiyacı olanlar için Full Frame sensörlü modellerin bulunabildiğini de hatırlatmak isterim.

    Aynasız ve video

    Aynasız fotoğraf makinesi modelleri de diğer kategorilerdeki ürünlerde olduğu gibi video kayıt edebiliyor. hemen hemen hepsi Full HD yani 1920×1080 piksel çözünürlüğünde video kayıt edebilen bu modellerin arasında 4K çözünürlüğü destekleyen ürünler de bulunuyor. Örneğin Sony A7S, Samsung NX1 ve Panasonic GH4 modelleri bu çözünürlüğü destekliyor. Ayrıca 4K desteği sunan bu modeller mikrofon girişine ek olarak) aynı zamanda kulaklık çıkışını da sahip. Bu da özellikle profesyonel anlamda video kaydı yaparken işe yarayacak bir özellik.

    Aynasız modellerin video modunda DSLR rakiplerine karşı bazı avantajları da vardır: Bunlardan biri ve en önemlisi hızlı netlik yapabilmeleri. Birçok DSLR video kaydı sırasında hızlı ve sessiz netlik yapamaz. Netliği otomatik olarak değiştiremezsiniz ya da değiştirirken objektifin netlik sesi videoda duyulur. Bu sorun birçok aynasızda bulunmuyor. Netlik objektifin içinde sessiz bir şekilde yapıldığı için aynen video kameralarda olduğu gibi kesintisiz bir akış sağlanabiliyor.

    Camera sensorAynasız ve pil

    Boyutun küçük olmasının önemli bir dezavantajı da pil ömrünün düşük olması. Çünkü boyutla beraber pil de küçülüyor ve küçük pil daha az pil ömrü anlamına geliyor. Günümüzde giriş seviyesi bir DSLR modelinin pil ömrü CIPA standartlarına göre yaklaşık  500 kare fotoğraf çekebilecek kapasiteye sahip. Aynasız modellerde ise bu rakam 300-350 kare civarında. Video kayıt edildiğinde ise bu rakam 30-40 dakikaya kadar düşüyor. Bu bakımdan aynasız modellerin en büyük sorunu pil ömürlerinin (nispeten) kısa olması.

    Ancak buna da bir çözüm geliyor. Son dönemde üretilen bazı Aynasız modeller microUSB  üzerinden şarj olabiliyor. Bu da standart bir akıllı telefon adaptörü ile şarj olabileceği anlamına geliyor. Ayrıca telefonlar için kullanılan harici pil çözümleri bu fotoğraf makinelerini de şarj edebiliyor. Yani microUSB desteği varsa bu tip çözümler de bulunuyor.

    Kablosuz ağlara bağlanma

    Aynasız fotoğraf makinelerinin yine birçoğunda Wi-Fi yani kablosuz ağlara bağlanma özelliği bulunuyor. Bu sayede çekilen fotoğraflar anında telefon, bilgisayar ya da tablete aktarılıp sosyal ağlarda paylaşma, istenen bir yere gönderme ya da benzeri işlemler için kullanılabiliyor. Bu özellik günümüzde çok az DSLR ya da kompakt fotoğraf makinesinde bulunuyor.

    Küçük ve taşınabilir gövdeleriyle DSLR modellere kafa tutan Aynasız fotoğraf makineleri her geçen gün kabiliyetlerini artırıyorlar. Önümüzdeki yıllarda daha fazla sayıda ve çok daha güçlü özelliklere sahip Aynasız fotoğraf makinesi modellerini piyasada göreceğimizi söyleyebiliriz.

    Işığınız bol olsun…

    En yeni ve güncel aynasız fotoğraf makinelerini satın almak için tıklayın.

    Akıllı saatler 2015’in gözdesi olacak

    Teknoloji dünyasının yeni gözbebeği akıllı saatler, kendine özel, Android Wear gibi platformlar ve uygulamalar sayesinde hızla daha maharetli oluyor.

    “Çin’in Apple”ı Xiaomi’nin önlenemeyen yükselişi

    lei-jobs-1Apple, kopyacılıkla itham ettiği birçok firmayı dava etti. 1988 yılında Microsoft ve HP’ye Macintosh ve Lisa’nın grafik arabirimini, kopyaladıkları nedeniyle dava açmıştı. Biraz daha günümüze gelecek olursak, Steve Jobs vefat etmeden önce Google’ın mobil işletim sistemi Android’e savaş ilan etmişti ve bu savaş, Samsung, Motorola, HTC ve ötekilere, iPhone ve iPad’deki fikirleri çaldıkları gerekçesiyle Jobs’ın dava açmasıyla alevlenmişti.

    Steve Jobs: “Android’i yok edeceğim!”
    Steve Jobs, biyografisini yazan Walter Isaacson’a şöyle diyordu: “Bu yanlışı düzeltmek için gerekiyorsa son nefesime kadar Apple’ın bankadaki 40 milyar dolarının her kuruşunu harcayacağım ve Android’i yok edeceğim. Çünkü Android çalıntı bir ürün ve onu termonükleer bir savaşla ortadan kaldırmak istiyorum.”
    Oysa, aynı Steve Jobs, 1996 yılında, Picasso’nun ünlü sözü “İyi sanatçılar kopyalar, büyük sanatçılar çalar…” sözünü düstur edinerek, büyük fikirleri çalmak konusunda her zaman ne kadar utanmaz davrandıklarını itiraf ediyordu

    Aslında bugün iPod, iPhone iPad’in köklerine, yani Macintosh’a baktığımızda bu fikirlerin aslında Xerox PARC ya da SRI gibi araştırma mekanlarında kuluçkadan çıktıklarını herkes biliyor. Ne gariptir ki, 1989’da Xerox PARC da Apple’a dava açmış ama başarılı olamamıştı.

    Çin elması
    Apple, başta Samsung olmak üzere birçok firma ile hukuk savaşı yaparken, 2010’un Nisan ayında Kingsoft’un eski CEO’su Lei Jun Xiaomi’yi bir yazılım şirketi olarak kurdu. Google’ın Android sisteminde çalışacak özel bir ROM üretiyorlardı. Hem işletim sistemine ek işlevler sağlayan, hem de kullanıcı arayüzünü daha kullanışlı, kullanıcı dostu bir hale getiren bir ROM’du bu. Üretilen MIUI adlı bu ROM öylesine başarılı oldu ki, birçok platformda kullanılmaya başlandı. 2014 itibariyle MIUI, İngilizce ve Çince olmak üzere 200’ün üzerinde cihaza indirilebilip yüklenebiliyor. Geliştirici olmayanlar dahi MIUI Express APK’yı kullanarak MIUI’yi telefonlarına yükleyebiliyorlar. 2013 yılının sonunda Xiaomi, dünyanın dört bir yanından 30 milyondan fazla kullanıcıya sahip oldu. Yeni bir şirket için etkileyici bir rakamdı bu.

    MIUI ROM, Apple’ın iOS’uyla önemli benzerliklere sahipti. Kullanıcı arayüzünün sade ve kullanımının kolay olması, bulut yedekleme yapısı, kullanıcı dostu müzik çalıcısı ve kendine ait uygulama dükkanıyla iOS’un kayıp ikizi gibiydi adeta… Xiaomi’dekiler, kullanıcılarının kendilerini şirketin bir ferdi gibi hissetmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Onları deneyimlerini şirketle paylaşmaya davet ediyorlardı ve aldıkları geri bildirimlere göre ROM’u her Cuma günü güncelliyorlardı.

    Dünyanın üçüncü büyük telefon üreticisi
    Kuruluşunun üzerinden bir yıl geçmişti ki, Xiaomi Mi One telefonunun piyasaya çıkacağını duyurdu. Her ne kadar bir yazılım firması olarak kurulmuş olsa da, Xiaomi, donanımını da kendisini yapıyordu. Mi One, fiyat performans oranıyla gününden çok ileride bir telefondu. Bilişim basını, Xiaomi’ye “Çin’İn Apple’ı” ismini takmıştı bir kere… Ancak Xiaomi kendisini Amazon’la karşılaştırmayı tercih ediyor, güçlü bir donanımı neredeyse maliyet fiyatına satıyor ve gelirleri ek hizmetlerden kazanma yoluna gidiyordu. 2013’te 5 milyar dolar gibi bir gelir elde ettiler.

    Xiaomi, Çin’de Apple’ın satışlarını geride bırakarak pazar payında üstünlüğü yakaladı. iPhone telefonlar Çin’de ortalama 900 dolar gibi bir rakama satılırken Xiaomi’nin telefonları 300 dolar gibi bir fiyat etiketi taşıyor. Çin’İn dışına çıkmadan, Samsung ve Apple’dan sonra dünyanın 3. Büyük telefon üreticisi olan Xiaomi, şimdi hedefini dünya pazarlarına çevirdi ve Hindistan’la başlıyor. Google’dan eski bir Android yöneticisi Hugo Barra’yı bünyesine katan Xiaomi, Malezya, Filipinler, Tayland, İndonezya ve Hindistan’da ucuz ama kaliteli akıllı telefonlarıyla Amerikalı ve Güney Koreli rakiplerinin pazar paylarından çalmayı planlıyor.

    Elbette yalnızca akıllı telefonlardan söz etmiyoruz… Tablet, phablet, akıllı TV, WiFi Router ve giyilebilir teknoloji cihazlarıyla Xiaomi, Apple’ın bütün iyi yanlarını akıllıca kopyalıyor. Öyle ki, en son Xiaomi etkinliğinde şirketin CEO’su Lei Jun, siyah tişörtü ve bluciniyle sahneye çıktı. Onu böyle görenlerin aklına ilk gelen Steve Jobs oldu.. Sizce?

    Cebinizdeki İnternet: TP-Link 3G Mobil Wi-Fi

    Hem dahili batarya hem de 3G mobil Router. TP-Link 3G Mobil Wi-Fi ile istediğiniz yerde İnternete girebildiğiniz gibi, sürekli şarjı biten Cep telefonunuzu da anında şarj edebiliyorsunuz.

    TP-Link 3G Mobil WiFi, ya da namı diğer M5360, 5200 mAh gücünde bir pili bulunan ve 17 saat kesintisiz çalışabilen taşınabilir bir 3G Modem Router cihazı. 3G Mobil WiFi’nin en büyük özelliği ise aynı zamanda bir Powerbank gibi çalışması. Yani 3G İnternet’i dağıtmasının yanı sıra aynı zamanda akıllı telefonları şarj edebiliyor.

    tplink 1

    TP-Link M5360, beyaz bir plastik çerçeve sayesinde ilk olarak bildiğiniz Powerbank ürünlerine benziyor. 100×44 mm’lik boyut taşınabilir 3G modem cihazlar için oldukça standart ölçüler. Yalnız 3 cm’lik kalınlık gerçekten sıra dışı. Tabi burada 5200 mAh’lik güçlü bataryayı hesaba katmak gerekiyor. Böyle bir batarya herkesin kabul edeceği gibi az bir yer kaplamayacaktır.

    TP-Link 3G Mobil WiFi, her ne kadar bir Powerbank gibi görünse de, üzerinde bulunan OLED ekranı onu farklılaştırıyor. Bu ekranda pil’in durumu ve sinyal kalitesi gösteriliyor. Bu ekran, en aydınlık ortamda bile rahatlıkla okunabilmesi önemli bir avantaj.

    tplink 3

    Peki bu ürün tam olarak ne yapıyor? TP-Link 3G Mobil WiFi üzerinde bulunan SIM kart yuvasına bir SIM kart takmak suretiyle 3G İnternet bağlantısını dağıtabiliyor. Öyle ki TP-Link 3G Mobil WiFi ile gerçekleştirilen 3G bağlantı, kablosuz ortamlardan WiFi destekli cihazlara aktarılabiliyor. TP-Link, kutunun içinde Nano SIM ve Micro SIM adaptörlerini unutmadığını söylemeliyiz.

    Her şey iyi ve güzel. Ama bu özelliği bilmenizde fayda var. TP-Link M3560, günümüzün standartları için oldukça başarılı. Ama yakın gelecekte bu ürünün yavaş kalacağını şimdiden söylemeliyiz. Sonuçta TP-Link 3G Mobil WiFi, UMTS ağında 21.6 Mbit/sn’lik bir Download hızına ulaşıyor. Upload hızı teorik olarak 5.76 MBit/sn. Bunun anlamı HSPA+ standartlarına uyumlu olması. Günümüzde daha yüksek hız sunan DC-HSPA+ ne yazık ki desteklenmiyor. Test aşamasında olan 4G veya LTE ile bağlanmak TP-Link M3560 ile ne yazık ki mümkün değil. Ama birde iyi tarafından bakın. TP-Link 3G Mobil WiFi, benzer ürünlerle kıyasla çok daha ucuz. LTE teknolojisini destekleyen bu tarz bir ürün için çok para ödemeniz gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

    tplink 4

    TP-Link 3G Mobil WiFi, GSM şebekesinden 850, 900, 1800 ve 1900 MHz frekans alanlarını destekliyor. UMTS şebekesinde ise 900 ve 2100 MHz frekanslarına uygun. TP-Link M3560’yı seyahatlerinde kullanmak isteyen kişiler Avrupa sınırlarının içinde herhangi bir sorun yaşamazlar. Amerika ve Asya seyahatlerinde ise uyumsuzluklar meydana gelebilir.

    Aynı anda 10 cihaz 3G’yi kullanabiliyor

    Entegre bulunan 802.11 b/g/n WLAN modülü 72 Mbit/sn’lik hızlara ulaşabiliyor. Beğendiğimiz bir özellik. TP-Link 3G Mobil WiFi’ya toplam 10 cihaz aynı anda bağlanabiliyor olması. Üzerinde bulunan Micro USB girişi ile şarj olan TP-Link M3560, ikinci bir USB yuvasından (5V/1A) akıllı telefon gibi harici cihazları şarj edebiliyor.

    tplink 2

    Ürünün kurulumu ise oldukça basit. Temel Network bilgisi olan herkes bu ürünü rahatlıkla kurabilir. TP-Link M3560’a Wifi üzerinde Web ara yüzünden bağlantı kurduktan sonra (cihazın arkasında kullanıcı ağ adı ve şifre yazıyor) kablosuz ağın adını veya şifreyi değiştirebiliyorsunuz. Web arayüzü oldukça basit tasarlanmış. Bu alanda veri miktarı, online süresi, pil durumu ve kullanılan mobil ağları görebiliyorsunuz.

    Böyle bir ürün neden tercih edilmeli?

    3G ortamında İnternet bağlantısını dağıtmak artık çok kolay. Yeni nesil akıllı telefonlar bu işi zaten yapıyor. Fakat birden çok cihaz bu paylaşımı almak istiyorsa, akıllı telefonlar ne yazık ki yetersiz kalıyorlar. Bu yüzden 3G Router cihazına ihtiyaç var. TP-Link 3G Mobil WiFi, aynı zamanda bir Powerbank gibi çalışması çok önemli bir avantaj. Zaten günümüzde herkesin bir Powerbank’e ihtiyacı var. Dolaysıyla Powerbank fiyatına, böyle bir ürüne kim sahip olmak istemez ki.

    iPhone 6 ailesine yakından bakın