Biyokimyadaki gelişmeler DNA ve moleküler düzeyde sistemler kurulabilmesine olanak sağlıyor. Bu sistemler alışıldık 0 ve 1’ler kullanan ikili sistemden farklı işliyor ve kendilerini tamir edip, koruyabiliyor, hatta optimize edebiliyorlar.
Fotoğrafta keskinlik
Bir fotoğraf çekerken dikkat edilmesi gereken konuların başında keskinlik gelir. Fotoğrafın keskinliği ise bazı çevresel şartlardan kullanılan donanıma kadar birçok etkene bağlıdır.
Fotoğrafçının kontrol ettiği konular içinde en önemlilerinden biri keskinliktir. Fotoğrafta net olarak görülecek detay olarak tanımlanabilecek keskinliğin birçok farklı ifade şekli vardır. Keskinlik ile fotoğrafçı dikkat çekmek istediği konuyu öne çıkarabilir. Tam tersi bir hareket ise konunun geri planda kalmasına neden olur.
Keskinlik netliğe karşı
Fotoğrafta netlik ve keskinlik benzer kavramlar gibi görünse de aslında aynı şey değildir. Ancak bu iki kavram birbirine bağlıdır. Netlik bir fotoğraftaki ana konunun net olarak görünmesidir. Keskinlik ise bu net görünen konunun detayının ne kadar görüntülendiğidir. Her iki kavram da birbiri ile ilgilidir ve netlik olmadan keskinlik, keskinlik olmadan netlik olmaz. Netlik her zaman vardır ama keskinliğin oranı değişken olabilir.
Keskinliği etkileyen faktörler
Keskinliği etkileyen birçok faktör vardır. Bunlardan en önemlisi ve birincisi fotoğraf makinesinin hareketidir. Fotoğrafçı makineyi titretmeden tutamazsa keskinlik de o ölçüde kaybolacaktır. Hatta keskinliğin ötesinde net olmayan fotoğrafların ana sebebi tutma sorunudur. Özellikle düşük enstantane kullanılan (yani ışık miktarının az olduğu) durumlarda en ufak bir dokunuş bile net olmayan fotoğrafların çekilmesine sebep olabilir. Benzer şekilde uzun odaklı bir objektif kullanıldığında (mesela 300 mm) objektiften geçen ışık miktarı azalacağından özellikle karanlık ortamlarda makineyi titretmemeye dikkat etmek gerekir.
Fotoğrafçı makinesini hangi şartlarda nasıl tutacağını öğrenerek bu sorunların önüne geçebilir. Ayrıca yerine göre tripod ya da monopod gibi aksesuarların kullanımı da keskinlik konusunda fotoğrafçıya yardımcı olacaktır. Monopod ya da tripod gibi aksesuarların bulunmadığı ya da kullanılamadığı durumlarda ise son çare olarak ISO’yu yükseltmek gerekebilir. Bu gren oluşumuna neden olsa da başka bir çözüm yoksa kullanılabilir.
Objektif
Bir fotoğrafın keskinliğine doğrudan etki eden en önemli faktörlerden biri de objektiftir. İyi ve diyaframı açık bir objektif, keskinlik anlamında çok güzel sonuçlar verecektir. Özellikle diyaframı f2, f2.8 ya da f1.8 gibi değerlere sahip olan objektifler hem keskinlik hem netlik anlamında iyi sonuçlar verir.
Öte yandan objektifler için keskinlik değerleri farklılık gösterebilir. Her objektif farklı bir diyafram değerinde maksimum keskinliğe sahiptir. Bu değer objektifin detaylı teknik verilerinde görülebilir. Bu değerde çekim yapıldığında en yüksek keskinlik elde edilmiş olur.
Sensör boyutu
Fotoğraf çeken cihazın sensörü ne kadar büyük olursa genelde verdiği detay ve keskinlik de o oranda fazla olur. Yani daha fazla Megapiksel daha fazla detay ve iyi bir objektifle dana fazla keskinlik anlamına gelir. Ama iyi bir objektif ve büyük bir sensör her zaman ek maliyet anlamına gelir. Diyaframı açık bir objektifin maliyeti standart bir dijital SLR gövdesinden daha pahalıdır. Benzer şekilde daha büyük sensörlü bir dijital SLR, standart boyutta bir sensöre sahip benzerinden 2-3 kat daha pahalıdır.
Netlik nereye yapılmalı?
Fotoğraf çekerken bazen netlik konusuna yeterince dikkat etmeyiz. Ancak netliğin doğru noktaya yapılması fotoğrafın keskinliğini ve gücünü artıran önemli bir faktördür. Örnek vermek gerekirse insan ya da hayvan çekimlerinde netlik noktası gözler olmalıdır. Bu genel bir kural olarak yıllardır uygulanan bir tekniktir. Elbette yerine, duruma ve kadraja göre farklı yerlere de netlik yapılabilir ama bunun dikkati farklı yönlere çekebileceğini unutmamak gerekir. Bir portre fotoğrafında gözler yerine buruna netlik yapılırsa kullanılan objektife göre değişmekle beraber gözler netsiz çıkabilir. Bu da genelde istenen bir şey değildir.
Keskinlik, beraberinde daha fazla detay anlamına geldiğinden fotoğrafta sıklıkla kullanılan kavramlardan biridir. Fotoğrafçı teknik verilere ve donanıma hakim olarak keskinliği kontrol edebilir. Bu da ifade tarzını geliştirmek için önemli bir konudur.
Işığınız bol olsun…
Strava ile dünyanın en fit şehirleri belli oldu
Türkiye’de özellikle bisiklet sporuyla ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir servis Strava. Mobil uygulama ve internet sitesi üzerinden katedilen mesafe, segment kayıtları gibi verilerin toplanmasını sağlayan, üstelik bazı cihazlar sayesinde sağlıkla ilgili detayları da tüm bu verilere eklemleyebilen Strava,kendi veritabanı kaynaklı ilgi çekici bir bilgiyi kamuoyuyla paylaştı.
Buraya tıklayarak tüm detaylarına ulaşılabilen bilgilere, dünyanın birçok ülkesinde Strava kullanıcılarının istatistiklerinin çıkarımınını ortaya koyuyor. Strava Insights adı altında sunulan istatistikler koşu ve bisiklet dallarında ikiye ayrılıyor. Örneğin Londra’daki bisiklet severler kaç km yol almayı başarmışlar, bu mesafenin ne kadarlık kısmı eğimli arazide, hedeflenen mesafesini kaç kişi tamamlayabilmiş gibi sorulara yanıtlar veriliyor. İlginç bir rekabet kaynağı da tam bu noktada ortaya çıkıveriyor…
Örneğin İtalyanın tarihi şehirlerinden Milano’daki kullanıcılar mı daha fazla yol katetmişler yoksa Avustralya’nın modern mimarisi ile tanınan şehri Sidney mi? Ya da hangisi daha başarılı bir performans sergilemeyi başarmış… İşte bunun gibi yeni rekabet kanallarını doğuran en son Strava paylaşımı, oldukça renkli bir platform olarak tanınan ağı daha da zenginleştirmeyi başarıyor.
En fit şehir Londra
Peki veriler neleri gösteriyor? Belli başlı bir okumadan sonra en fit şehrin Londra olduğunu söyleyebilmek mümkün. Buradaki bisiklet kullanıcıları çok daha formda görünüyor. Diğer ilginç istatistikler arasında Amsterdam ve Paris’in en hızlı ortalama süratle bisiklet kullanılan şehirler olduğu, Londra’nın ise en uzun mesafe katedilen şehir olarak öne çıktığı dikkatlerden kaçmıyor.
Oyun konsolları bir günde bu kadar gelişmedi #2
Bir süre önce oyun dünyasının gelişimini anlatırken, ilk yıllarından bahsetmiştim. Bu yazımda ise 80’li yıllarda gösterdiği gelişimleri anlatacağım.
80’li yıllar denince birçok oyunseverin aklına ilk olarak Commodore 64 geliyor. Haksız da sayılmazlar. Bundan tam 33 yıl önce Ağustos 1982’de pazara sunulduğunda, sadece oyunculuğu değil, insanların da bilgisayara bakışını değiştirmişti. Öncesinde çıkan Sinclair ZX Spectrum gibi ürünler olsa da gerçek anlamda kitlesel olarak evlere giren ilk ev bilgisayarı oldu. Sadece Commodore 64, toplamda 17 milyon gibi bir rakam satmasına rağmen, ardından çıkan Vic20, Commodore 16 ya da Commodore 128 gibi modelleri de düşündüğümüzde bu rakamın inanılmaz derecede artığını görebiliriz.
Commodore’un bu kadar popüler olmasının ardındaki en büyük sebeplerden biri, sadece oyun cihazı olmaması. Aynı zamanda Basic, assembler gibi programlama dilleri aracılığı ile yazılım da yapılabiliyordu. Bunun sonucu olarak hem Commodore ekosistemi hem de firmanın, cihazın her ihtiyacına yönelik donanımı hızlı bir şekilde piyasaya sunmasıyla, birçok farklı sektörde de kullanılmaya başlandı. Bunlar içinde muhasebeden tutun da müzik firmalarına hatta eğitim kurumlarına kadar birçoğu yer alıyor.
Commodore evreni çok hızlı gelişti. Bunun sonucunda bugün bile en çok satılan bilgisayar ünvanını elinde bulunduruyor. C64’ün satışta olduğu dönemlerde henüz orijinal kullanımı çok gelişmemişti. Bu sebeple birçok oyun rahatlıkla kopyalanıp, dağıtılabiliyordu. Bu da cihazın satışına çok önemli bir etken olmuştu.
Commodore’un bu başarısı, özellikle Atari firmasını çok etkiledi. Son dönemde düşen satışları için Commodore 64’e denk Atari 800XL ürününü geliştiren firma, ne yazık ki doymuş ve Commodore tarafından domine edilmiş pazarda yer bulamadı.
80’li yılların ortalarına geldiğimizde artık Nintendo’nun iyiden iyiye liderliği devralmaya başladığı zamanlar oluyordu. 85 yılında satışa çıkan NES (Nintendo Entertainment System) özellikle oyun yükleme için getirdiği devrimsel kartuş yeniliği (Commodore 64 ve Atari 800XL’de de olmasına rağmen, oyunlar daha ucun olan kaset ve disketlerde satılıyordu) onu zirveye kısa sürede taşıdı. Ayrıca Nintendo’nun önemli başlıklarından olan Mario’ya özel çıkan birçok yapım da konsolun satışını çok önemli bir oranda etkiledi. Kısa sürede 20 milyon adetten fazla sattı.
Hikayenin bundan sonrası oldukça karışıyor desek yalan olmaz. Sega, Nintendo, Atari ve Commodore firmaları arasında kıyasıya başlayan rekabet, çok yoğun bir oyun kirliliğine de sebep oldu. Nerede ise hergün onlarca oyun piyasaya sunuluyordu. Yine o günlerde ortaya çıkan ‘Crack grupları’ ise, ellerine geçen her oyunun şifrelenme sistemini kırarak, kopya bir şekilde piyasaya dağıtmaya başladılar. Oyun, yazılım, program ne bulunursa anında kopyalanacak hale getiriliyordu. Bu özellikle ev bilgisayarlarının sonunu hazırladı.
Nintendo’nun popülerleştirdiği kartuş sistemi artık üreticiler tarafından daha çok tercih ediliyordu. Hem kopyalanması daha zor, hem de teknik olarak daha birçok yeniliği beraberinde getiriyordu. Birçok oyun, cihazların teknik özelliklerinden dolayı sadece iki kişiyi destekliyor olsa da bu yeni kartuşlara eklenen iki kişilik port sayesinde, dört kişiye kadar çıkan çoklu oyuncu modları desteklenmeye başlamıştı. Tabi bunların hepsi bir sonraki nesilde gelecek olan cihazların alt yapısında önemli roller oynadı. Bu süreçte Nintendo yerinde durmamış, bugün bile hala fenomen olacak ürünleri de kataloğuna katmaya başlamıştı. Bunlar içinde Zelda, hala en çok konuşulanlar içinde yer alıyor. NES’in veliahtı SNES ise kelimenin tam anlamı ile Nintendo’yu zirveye çekmişti.
Ancak geride gizliden yükselen bir firma vardı. Sega… Daha çok oyunları ile ön plana çıkan firma, kendi cihazlarını üretip pazardan daha büyük bir payı almayı hedefliyordu. Birkaç başarısız denemenin ardından Master System ile büyük patlamasını gerçekleştirdi.
Bir sonraki yazımızda da Sega’nın başarısı ve 5. nesil oyun konsollarına girip, Playstation’un hikayesini göreceğiz.
IBM, Apple sayesinde daha mutlu
Dünyanın en önemli teknoloji şirketlerinden biri de IBM. Sayısız buluşun, geleceğe dair gelişimin öncülerinden olan şirket, geçtiğimiz dönemde Apple ile önemli bir işbirliğine imza atmıştı. Tim Cook’un CEO’luk koltuğuna geçişinin devamında gelen anlaşma kapsamında Apple ve IBM, birçok konuda birlikte hareket ediyorlar…
IBM’in Apple’dan iOS ve Mac bilgisayar tedariği de kapsam dahilindeki konulardan biri. Uzun yıllar Microsoft’un geliştirdiği Windows işletim sistemine sahip bilgisayarların kullanıldığı teknoloji şirketinde Apple’ın Mac OS X işletim sisteminin önyüklü olduğu Mac’ler de çalışma masalarında, çok sayıda birimde görünmeye başladı.
Şimdiye kadar Apple’ın Mac bilgisayarlarının etkileri hakkında konuşmayan IBM’den ilk kez konuyla ilgili açıklamalar geldi. Şirketin önde gelen isimlerinden Fletcher Previn, bir konferans sırasında ‘Mac bilgisayarların IBM’e hem para hem de zaman kazandırdığını’ söyledi.
IBM bünyesinde 130 bin Mac ve iOS cihazın bulunduğu kaydedilirken bilgisayar ya da cihazlarda karşılaşılan problemler karşısında çözüm geliştirilen yardım masası sayısının 24 olduğu bildirildi. Kabaca 5375 çalışana 1 adet destek birimi anlamına gelen bu durum, aslında bir hayli çarpıcı…
IBM CEO’su Ginni Rometty ve Apple CEO’su Tim Cook…
Gartner verilerine göre çalışanlar için destek masası sayısının 1/70 olması, optimal bir değer anlamı taşıyor. Pazarda bu oranın 1/242 olduğu kaydediliyor. IBM’de ise Apple cihazlarla ilgili olarak söz konusu rakam 5400/1 ve bu yetiyor…
Apple ürünlerinin sorun çıkarmadan çalışması ile ilgili olarak ortaya çıkan mevcut durum, IBM adına gerek işgücü/zaman kaybı gerekse giderler anlamında pozitif göstergeye dair kalemler doğuruyor. Öte yandan IBM bünyesindeki 130 bin Apple ürününü sayısının ilerleyen süreçte daha da artacağı belirtiliyor.
6000 mAh bataryalı sudan ucuz telefon!
Akıllı telefon pazarında rekabet üst seviye modellerde uçlarda yaşanmaya başlandı. Üstelik Samsung, Apple gibi teknoloji devlerinin yeni modellerinin fiyatlarının da uç noktalarda seyretmeye başladığına tanıklık ediliyor. Giriş seviye olarak tanımlanan cihazlar ise genel olarak tatmin edici ama beklentileri çok da yüksek tutmamayı gerekli kılan özelliklerle teknoloji raflarında sahneleniyorlar. Ancak bazı giriş seviye fiyata sahip cihazların şaşırtıcı donanım özellikleri ile potansiyel kullanıcılarının karşısına çıkışları da söz konusu olabiliyor. İşte bu cihazlardan biri de Oukitel K6000…
20 Ekim 2015 tarihinden itibaren önsiparişleri alınmaya başlanacak akıllı telefon, sadece 139 dolar fiyat etiketine sahip olacak. Bu giriş seviye fiyatın beraberindeki teknoloji yapı taşları ise oldukça iddialı…
Üründe hızlı şarj özelliği de bulunan 6000 mAh kapasiteli Li-polymer pil bulunuyor. Son dönem üst seviye Android’li akıllı telefonların yaklaşık 2 katına denk gelen bu kapasite oldukça çarpıcı. Bu pil ile 40 güne varan bekleme süresi ve normal bir kullanımda 10 güne varan kullanım vaat ediliyor.
Cihazın diğer özellikleri de bir hayli iddialı. 720 x 1280 çözünürlüklü 5.5 inç ekran, 16 GB dahili depolama kapasitesi, microSD desteği, 2 GB RAM, dört çekirdekli işlemci, Mali-T720 GPU (grafik) ve Android 5.1 Lollipop öne çıkan özellikler.
13 megapiksel ana kamera/5 megapiksel ön kamera ile gelen Oukitel K6000, elektrik prizlerine oldukça uzak bir akıllı telefon olarak bazı ülkelerde sahne alacak. Türkiye pazarında yer alıp almayacağı hakkında herhangi bir bilgi ise henüz paylaşılmış değil.
Bu da oldu! Selfie çeken otomat makinesi!
Dünyanın en önemli teknoloji şirketlerinin evi Japonya, ilginç fikirler ve bu fikirlerin çarpıcı sonuçlarıyla da sıklıkla gündeme gelir. Doğu Asya ülkesi, bu kez ne geliştirilmiş düzey bir kamera sensörü ne de konuşmalara tepki verebilen yeni bir robotla kamuoyunu şaşırtmayı başarıyor; bu kez konu çok daha neşeli; geliştirilen selfie (özçekim) çekebilen otomat makinesi ile ilgili…
Bir Japon içecek firmasının Android/iOS uygulama mağazalarının tanınmış anlık mesajlaşma uygulamalarından biri ile gerçekleştirdiği işbirliğinin sonucu olan selfie çekebilen otomat makinesi, ülkedeki çok sayıda kentte kullanıma sunuldu. Ekim ayı içinde daha da yaygınlaştırılacağı kaydedilen bu otomatlar teknik olarak ‘yüzde 100’ selfie tanımına uymasa da büyük oranda kavramı karşıladığı görülüyor.
Nasıl kullanılıyor?
Otomattan bir içecek satın alındığında selfie çekme hakkı da elde ediliyor. Daha sonra çekilen selfie’ye eğlenceli çerçeveler eklenip daha da keyifli görüntüler meydana getirilebiliyor. Daha sonra ise yine otomatın üzerinden gerçekleştirilen işlemle fotoğrafın paylaşılabilmesi mümkün kılınıyor.
Tüm dünyada yaygınlaşır mı?
Büyük bir çılgınlık halini alan selfie ya da özçekim için geliştirilen fikrin kısa sürede büyük ilgi gördüğü kaydedilirken, insanların daha fazla içecek satın aldığı ve hatta kimi noktalarda kuyrukların bile oluştuğu belirtiliyor. İlgili içecek firmasının otomatlarının çok sayıda ülkede de farklı dillerde kullanıma sunulacağı açıklandı. Farklı fikirlerin de önünü açar mı bilinmez ama kim bilir belki Türkiye’de de benzer otomat makineleri ile karşılaşılabilir.
Teknoloji dünyasına dair gelişmeleri -otomat makineleri nezdinde çok az sayıda olacak şekilde- izlemeye devam edeceğiz.
Okuma Önerisi: Tıklayın, Japonya’da bir oteldeki robot resepsiyonistler ile tanışın.
EA, HD Remakes ile ilgilenmediğini açıkladı
Yeni nesil oyun konsolları Microsoft Xbox One ve Sony PlayStation 4 ile birlikte son yıllarda geliştiriciler nezdinde artan eğilimlerden biri de eski oyunların güncellenerek piyasaya sunulması. Yenilenen grafiklerle yeni konsollara uyumlu formda gelen yapımlar, meraklıları için hem hafızaları tazeleme hem de çok daha görsel bir deneyim sunma görevi üstleniyorlar. Bu tür yeniden yapılan yapımlara ‘HD Remake’ deniliyor.
Eğer HD Remake yapımları ile ilgilenlerdenseniz ünlü oyun şirketi Electronic Arts’tan (EA) kötü bir haber geldi. FIFA, NBA gibi oyunları ile son dönemde adından söz ettiren şirketin çok uzun bir geçmişe sahip olduğu ve 90’lardan itibaren sayısız yapıma imza attığı biliniyor. Bu yapımların yenilenen grafikler ve bazı sürprizler eşliğinde yeniden gelip gelmeyeceği ile ilgili olarak detaylar kamuoyuyla paylaşıldı.
EA COO’su Peter Moore, tanınmış uluslararası bir oyun sitesine verdiği röportajda trend haline gelmeye başlayan eski oyunların HD Remakes sürümlerinin geliştirilmesi konusunda retro severler üzecek açıklamalarda bulundu…
Electronic Arts yeni oyunlara yoğunlaşıyor
Moore, bu tür oyunların şirketler açısından gelir kaynağı oluşturma konusunda harika bir yol olduğunu ancak kendilerinin yeni oyunlar geliştirmekle ilgilendiklerini dile getirdi. HD Remake oyunlarla ilgilenmek için önlerindeki sorunu ‘zaman bulamamak’ şeklinde ifade eden Moore, EA’nin eski yapımlarını yeni grafiklerle piyasaya sunma konusundaki isteksizliğini de net bir dille ve resmi olarak açıklamış oldu. Oyun dünyasına dair gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz…
Mac ve iPhone’ların dümeninde yeni bir kaptan var
El Capitan… MacOS X’in Yosemite’dan sonra heyecan yaratan yeni sürümü… İspanyolca “kaptan, yüzbaşı, şef” anlamına gelen El Capitan, Amerika Birleşik Devletleri, Kaliforniya’da Yosemite Milli Parkı’nda, Yosemite Vadisi’nin kuzey bölümünde bulunan dev bir kaya kütlesi aslında. Yaklaşık 900 metre yüksekliğinde adeta bir duvar gibi gökyüzüne yükselen bu granit yekpare taş, tırmanıcıların gözdesi… Ve saygının bir göstergesi olarak 1851’den beri herkes bu büyük kayaya “El Capitan” diyor.
OS X üzerinde yapılan 11.’ci büyük sürüm
Geçtiğimiz günlerde ücretsiz olarak Mac kullanıcılarının hizmetine sunulan El Capitan, aslında Yosemite temel alınarak yapılmış önemli geliştirmeler içeriyor. Yaklaşık 6 GB civarında dosya indirmeyi gerektiren yeni sürüm, birçok Mac kullanıcısından geçer not aldı bile… 30 Eylül’de son kullanıcılar tarafından indirilmeye başlayan El Capitan Mac OS X üzerinde yapılan 11.’ci büyük sürüm olduğundan 10.11 olarak da tanımlanıyor.
Mac kullanıcıları için El Capitan’ın bir başka önemi, dizüstü bilgisayarlarıyla telefon ve tabletlerinin çok kısa bir zaman içinde aynı işletim sistemini kullanacak olması… Evet, Mac OS X ile iOS’un birleşmesinde El Capitan önemli bir köprü rolü oynayacak gibi görünüyor. Her ne kadar Apple yetkilileri, bunun birkaç yıl daha süreceğini söylüyorlarsa da El Capitan gelecekteki bu birleşme olasılığının şu andaki en iyi kanıtı…
Bazı kullanıcılar, El Capitan’la çok şeyin değişmediğini ifade etseler de, kaputun altında değişen çok şey olduğunu söylemek gerek… Güvenlik, performans, tasarım ve işletim sisteminin kullanışlı olması konusunda önemli geliştirmeler yapılmış. Yosemite ile kıyaslayacak olursak, Apple, PDF dosyalarının 4 kat daha hızlı açıldığını, uygulama değişikliği ve Mail’de mesajları izlemenin yüzde 40 daha hızlı olduğunu iddia ediyor. Maksimum VRAM alanı, Intel HD 4000 GPU olan Mac’lerde 1024 MB’den 1536 MB’a yükseldi.
Metal’le artan grafik performansı
Çekirdek seviyesinde bir grafik teknolojisi olan Metal’in desteğiyle oyunlar ve uygulamalarda ciddi performans artışları var. Metal, aynı zamanda ana işlemci ve grafik işlemcisinin birlikte daha verimli çalışmasını sağlayarak, enerji tüketimini azaltırken performansı yükseltiyor. Bu da web sayfalarının işlenmesinde yüzde 40 gibi bir hız getiriyor. Aslında El Capitan tam bir hız canavarı… Yeni sürümle birlikte uygulamalar yüzde 40 çok daha hızlı açılıyor.
Mac sahibi olanlar iyi bilir… Sistem fontları Apple için daima özeldir. Kaligrafi eğitimi olan kurucu Steve Jobs’ın bu konudaki hassasiyetine saygı gösteren geliştiriciler, özellikle Retina ekranlarda çok daha rahat okunan, keskin bir font geliştirdiler. San Fransisco adlı bu font eski Helvetia Neue’nin yerini aldı.
Aynı anda iki pencerede birden çalışmak, El Capitan’la birlikte gelen Split View özelliğiyle artık mümkün… Mesela, bir ekranda Safari’de gideceğiniz restoranla ilgili bilgi toplarken, öteki ekranda çalıştırdığınız Haritalar uygulamasıyla o restorana nasıl gidebileceğinizi araştırabiliyorsunuz.
Mission Control uygulaması da elden geçirilmiş. Masaüstünüz tam anlamıyla kontrol altında artık… Açmış olduğunuz tüm pencereleri tek bir hareketle görebiliyor ve düzenleyebiliyorsunuz. Tek bir kaydırma hareketiyle masaüstünüzdeki tüm pencereler sıralanıyor, birbirlerinin üstüne gelmiyorlar, birbirlerini engellemiyorlar. Hani, bazen imleci kalabalık masaüstünüzde kaybedersiniz ya, işte ona da çözüm bulunmuş. Trackpad üzerinde parmağınızı ileri geri hareket ettirince, ya da farenizi sallayınca imleç kocaman oluyor ve onu rahatlıkla bulabiliyorsunuz.
Mail uygulamasındaki değişiklikler
Özellikle Mail uygulamasında çok önemli kozmetik değişiklikler yapılmış. Tam ekranda geniş ve ferah bir çalışma ortamı sunulmuş. Aynı anda birkaç Mail yazışmanız arasında rahatça dolaşabiliyorsunuz. Kişiler listenizde olmayan biriyle yazıştığınızda tek bir tıklamayla onları da kişilerinize ekleyebiliyorsunuz. Listenizdekilerden birinin mail adresi değişince haberdar bile ediliyorsunuz. Tıpkı iOS’taki gibi kaydırma hareketi ile maillerinizi yönetmek artık mümkün…
Notlar uygulamasında son derece yararlı geliştirmeler var. Artık notlara fotoğraf, resim, video, web bağlantısı veya harita konumu ekleyebiliyor, Mac’de almış olduğunuz notlara iCloud sayesinde iPhone cihazınızdan ulaşabiliyorsunuz.
El Capitan’la Mac OS X ve iOS arasındaki farklılıklar önemli benzerliklere dönüşmüş adeta… Bu da gelecekte Apple’ın tüm cihazlarında aynı arayüze sahip işletim sistemini kullanacağına dair önemli bir ipucu veriyor.
Sony Alpha 7R II: Yılın kamerası olmaya aday
Full frame modu ve 42 MP’lik sensor. 399 noktalı netleme ve 102 400 değerinde bir ISO sunan Sony Alpha 7R II, kendisinden oldukça fazla söz ettirecek.
Sony, oldukça fazla seveni olan Alpha 7R serisini yeniledi. Hem de öyle bir yeniledi ki, Sony Alpha 7R II birçok kişi için yılın Full Frame özellikli fotoğraf makinesi oldu. Esasında bunda da çok şaşırmamak lazım. Benzer ürünlerle kıyasla daha büyük bir Full Frame sensora sahip olan Sony Alpha 7R II, 42 MP’lik çözünürlüğü ile de ciddi anlamda fark yaratıyor. 7952 x 5304 çözünürlüğünde çekilen fotoğraflar, aynasız bir dijital fotoğraf makinesinde (DSLM) elde edilen en yüksek değer olma özelliğini taşıyor.
Yüksek kaliteli ve keskin fotoğraflar çekebilen Sony Alpha 7R II, ulaşabildiği yüksek ISO değeri ile de önemli bir avantaj sunuyor. 50-102 400 aralığında bir ISO aralığına sahip olan bu ürün teoride ciddi bir fark yaratıyor. Pratikte ise ISO 6400 değerinden sonra hafif hafif piksel bozukluklarının oluştuğunu söylemeliyiz. Bu kötü bir fotoğraf kalitesi anlamına gelmiyor elbette. Sonuçta yaptığımız testlerde inanılmaz güzel fotoğraflar çekebildiğimizi söylemeliyiz. Demek istediğimiz, ISO 6400’den sonraki değerler için, fotoğraf kalitesinin farklılıklar gösterebileceğini . Bu yüzden de en iyi kaliteyi elde etmek için ISO 3200 değerinin üzerine çıkmamak.
Bu belki birçok kişi için yeterli gelmeyebilir. Ama şunu unutmamak gerekiyor ki, Sony Alpha 7R II 5 açılı bir titreşim engelleme sistemine sahip. Bu sistem sayesinde, diyaframın uzun açılıp kapanma süresi ve düşük ışık hassasiyeti ayarında bile, Sony Alpha 7R II’nin oldukça kaliteli fotoğraflar çekilebilmesi.
Sony Alpha 7R II’nin suya karşı korumalı magnezyum kasası 638 gr ağırlığında. Bir önceki nesil Sony Alpha 7R ile kıyasla 170 gr daha ağır olan Sony Alpha 7R II, aynı zamanda biraz daha geniş. Bu esasında önemli bir artı. Çünkü bu yeni tasarım sayesinde, ele çok daha iyi oturduğunu söylemeliyiz. Özellikle de tele zum lens kullanıldığında. Üründe beğendiğimiz bir özellik, birçok ayarı üzerinde bulunan ayar tekerleklerinden yapılabilmesi. Bununla birlikte sabit ve programlanabilir kısa yol tuşlarının olması da kullanıcıya çok büyük bir kolaylık ve hız sağladığını söylemeliyiz.
4K video çekiyor
Dijital bir vizöre sahip olan Sony Alpha 7R II, yüksek bir çözünürlüğe sahip olan 3 inç’lik bir ekran yer alıyor. Mekanizmalı olan bu ekran belli açılarda açılabiliyor. Stereo mikrofon girişinin yanı sıra , kulaklık ve harici mikrofon girişi bulunuyor. Dolaysıyla bu ürün ile profesyonel videolar çekmek mümkün. Öyle ki 4K yani Ultra HD videoları yaklaşık 70 dakika boyunca kayıt edebiliyorsunuz. Bu videolar , ürüne takacağınız SD kartlara direkt olarak yazılıyor. Daha fazla video çekimi yapmak isteyen kullanıcılar mutlaka ikinci bir pil almaları gerekiyor. Unutmadan söyleyelim. Sony Alpha 7R II ile beraberinde gelen pil ile yaklaşık 600 çekim yapabiliyorsunuz.
Seri çekimde saniyede 5 fotoğraf çekebilen Alpha 7R II, 23 çekimi tek bir tuşa basarak yapabiliyor. Ürünün önemli bir avantajı sessiz çekim moduna sahip olması. Ama bundan da önemlisi kuşkusuz oto fokuz performansı. 399 noktalı bir fokuz alanı yaratan Alpha 7R II, düşük ışıkta bile 0.4 saniye içinde çekime başlıyor.
Yaptığımız denemelerde hızlı ve kaliteli fotoğraflar çekebildik. Video çekim kalitesi ise görülmeye değer. Bu ürün ile profesyonel videolar çekmek mümkün. Dolaysıyla Sony Alpha 7R II, özellikle aynasız dijital fotoğraf makinelerinde çıtayı inanılmaz derecede yükseltti. 4K video çekimi, 42 MP çözünürlük, tam kare modu ve yüksek ISO değeri tüm istekleri karşılıksız bırakmıyor. Keşke beraberinde gelen pilin kapasite değeri daha yüksek olsaydı.