Teknolojinin tüketim alışkanlıklarımızı çok hızlı bir şekilde değiştirdiği herkesçe malum. Bu değişimin en fazla etkisini gösterdiği alanların başında yeme-içme alışkanlıkları geliyor. Şöyle bir 10-15 yıl öncesine uzandığımızda özellikle bilim kurgu filmlerinde gelecekte yemek konusunun tüm besin ihtiyaçlarını içeren haplarla giderileceğine dair kurulan senaryoları hepiniz hatırlarsınız. Bugün bu anlamda yemek alışkanlıklarının eskiye göre aşağı yukarı aynı şekilde devam ettiği düşünülürse bu öngörünün hayal olarak kaldığı kesin. Peki bahsettiğimiz değişimin yeme-içme alışkanlıklarımıza etkisini hangi alanlarda yaşıyoruz?
Tarladan mutfağa her aşamada teknoloji var
İnsanoğlunun yemekle olan ilişkisinde yaşanan dijital evrimi işin üretiminden mutfağına gelene kadar her seviyede gözlemleyebiliyoruz aslında. Bunu birkaç farklı örnekle açayım. Son yıllarda tarım sektöründe tarladaki üretim verimliliğini arttırmak için mikro sensörler ve dayanıklılığı arttırmak için ilaçlar kullanılıyor. Marketlerde atık oranını azaltmak için özel depolama yazılımları ve ürün izlemeyi kolaylaştırıcı (RFID) yazılımlar var. Restoranlar da dijital dönüşümünden nasibini alıyor. Örneğin Londra’da klasik kağıt menülerin yerini çoktan tabletler aldı. Bu sayede menüde yer alan yemekler hakkında kalorisinden proteinine kadar pek çok bilgiye ulaşmak mümkün. İlk olarak Güney Koreli Tesco’nun başlattığı metro duraklarında QR kod ile market siparişi verme bugün dünyanın birçok yerinde kullanılan bir model. Bu örnekler işin biraz daha pazarlama boyutunu ilgilendiriyor. Üzerinde önemle durulması gereken esas değişim ise bireyin kültürel olarak konuya bakışında ortaya çıkan farklılıklar.
Kültürel değişime en iyi örnek Kore
Tarih boyunca ekonomik ve sosyal etkenlerin toplumların kültürler devinimlerindeki yerleri çok büyük önem arz etmiş olsa da, dijitalleşme tüm ezberlerimizi bozan bambaşka bir kafa ve bu yeni normalliğin bireylerin günlük yaşamlarından iş yapma şekillerine hayatın her anındaki etkisi tartışılmaz. Bugünün modern toplumlarında aşırı teknoloji yüklemesiyle giderek yalnızlaşan bireyin yemek yeme şekli, süresi, yediği yer, yemeği paylaşım şekli işin doğrusu yemekle ilgili her türlü alışkanlığı değişmiş durumda.
Bu konu ile ilgili Kore’nin yemek kültüründeki değişimden daha iyi bir örnek olmadığını düşünüyorum. Kore’de de pek çok ülkede olduğu gibi ailece yemek yeme bir gelenek. Aslında Kore’de aile anlamında kullanılan “shik-gu” kelimesi birlikte yemek yiyen insanlar demek. Bununla birlikte modern şehir yaşamında bu söylem bile zaman içerisinde anlamını yitirmeye başlamış, Kore’de birlikte yemek yeme kültürü pratikte uygulaması zor bir hale gelmiş durumda. Yalnız yaşama trendinin yükselişi, uzun çalışma saatleri gibi yeni düzenin dinamikleri insanları tek başına yemek yemek zorunda bırakıyor. Bu yeni iş ve yaşam kültürünün dijitalle olan kombinasyonu ise Kore’nin yeme içme kültürünü kökünden değiştiriyor.
Yalnız yiyeceğine ekranda seyret
Kore’de yeni nesil yemek kültürü açısından yükselen trendlerin başında “yemek yayını” anlamına gelen Muk-bang geliyor. İnsanların canlı yayında yemek yediği ve diğer insanların onları izlediği bu trend tam da yalnız yemekten hoşlanmayan ancak hayat şartları nedeniyle buna mecbur olan Korelilere göre. FoodPorn’un dibi olan bu trend biz Türkler için pek uygun değil. Biz biri yerken birilerinin bizi izlemesini pek sevmeyiz. Hatta özlü bir sözle bunu pekiştirmişizdir: “Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar” diye.
Her gün milyonlarca kişinin ekranın diğer ucunda takip ettiği Muk-bang, size biraz sapıkça gelebilir ama internet işin içinde oldukça yakın gelecekte nelerle karşılaşacağımızı tahmin bile etmemiz imkansız. Bugün şahit olduğumuz Muk-bang’a göre nispeten daha masum trendlerin başrolünde ise hepimizin bildiği sosyal paylaşım platformları var. Sosyal paylaşım sitelerinin ve yeme-içme konusundaki uygulamaların bu alandaki etkisini dile getirmeden önce şunu söylemekte fayda var ki yemek işi tarih boyunca zaten sosyal bir aktivite idi. Göçebe toplumlarda nispeten farklılık gösterse de, yerleşik hayat kültürünün olduğu toplumlarda bu hep böyle olmuştur. Dediğim gibi örneğin istisna olarak göçebe bir kültüre sahip olan bizim atalarımızın şöyle bir lafı vardır: “Yediğin içtiğin senin olsun, bana gördüklerini anlat”. Bu lafın mazisi nedir bundan emin değilim ama çok daha eskiye M.Ö.’ki dönemlere uzandığımızda bu sözün tam tersi bir mantıkla çalışan bir kültürün izleri karşımıza çıkıyor.
Yukarıdaki görsele dikkatlice bakıp, yazımın açılışında yer alan, akıllı telefonlarıyla sipariş verdikleri yemeğin fotoğrafını çeken gençlerin fotoğrafıyla karşılaştırdığınızda aradaki binlerce yıllık zaman farkına rağmen sahip oldukları insani ihtiyacın, arzunun aynı olduğunu görüyoruz. İki görselde de bakış açısı aynı aslında. M.Ö 9 binli yıllarda insanlığın doğduğu Çatalhöyük’te avladıkları ve bir güzel mideye indirdikleri geyiği resmeden ilk görseldeki insanlarla, sipariş verdikleri yemeğin akıllı telefonuyla fotoğrafını çeken gençlerin hissiyatları, dertleri aynı. Ve bu insani hissiyat tarih boyunca bazen mağara duvarında bazen akıllı telefon ekranında yani bir şekilde bulduğu mecrada hayat bulmaya devam etmiş.
Mesele; “Ne yediğin değil, ne paylaştığın”
Günümüzdeki paylaşım ihtiyacının odağında ise yukarıda bahsettiğim sosyal ağlar var. Şüphesiz en popülerleri Instagram, Pinterest, Facebook ve Twitter. İnsanların yediğini içtiğini paylaşma isteğinin önlenemez yükselişi bu alanda girişimcileri de cesaretlendiriyor. Her gün yeme-içme alanında yeni uygulamalar, siteler karşımıza çıkıyor. Tabii diğer taraftan yemek üzerine bloglar, forumlar ve video kanalları da bu paylaşımın diğer önemli oyuncuları.
Bu yeni nesil teknolojilerle birlikte tüketiciler bu ekosistemin üretici ayağına evriliyor ve dijital çağda bu yeni yemek kültürünün oluşumuna katkı sağlıyor. Öte yandan üreticilere, satıcılara ve müşterilere paylaşım imkanı sağlayan bu yeni araçlar sayesinde her şeyin daha güvenli, şeffaf ve izlenebilir hale gelmesiyle birlikte insanların yemek seçme ve satın alma alışkanlıkları daha da kişiselleşiyor. Niyeti ortaya çıkış noktalarından belli görsel paylaşım platformları bir yana bloglar, forumlar meseleyi her ne kadar teknik açıdan inceleseler dahi tüketiciler için bu alandaki tüm mecralar birer sosyalleşme aracı ve bu tercihler onların sosyal kimlikleri açısından önemli bir gösterge. Fransız gastronom Jean Anthelme Brillat-Savarin’in şu sözü bu anlatılanları özetliyor aslında: “Bana ne yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Üç önemli oyuncu: Yemeksepeti, Migros Sanal Market ve Zomato
Yemekle arası her zaman çok iyi olan, yemeği seven bir millet olarak bizim de bu konuda dünyadaki dijitalleşmeden aşağı kalır yanımız yok. Bizde Muk-bang gibi acayip trendler çıkmasa da özellikle teknolojinin içinde doğan Z kuşağının ve kısmen Y kuşağının yemek konusuna bakışları kesinlikle kendilerinden önceki kuşaklara göre çok farklı. Bu kuşakların yemek yeme alışkanlıklarını domine eden bence birkaç önemli oyuncu var. Bunların başında Yemeksepeti.com geliyor. Geçtiğimiz günlerde Berlin merkezli global online yemek sipariş platformu Delivery Hero adlı şirketin 589 milyon dolara satın aldığı Yemeksepeti.com Türkiye’de ikamesi olmayan bir platform. Bu anlamda online yemek pazarını domine eden Yemeksepeti’nin Türk insanının yeme-içme alışkanlıklarının dijitalleşmesinde etkisi çok büyük. Türkiye’de dışında birçok ülkede operasyonu bulunan sitenin kullanıcı verileri online yeme alışkanlığımızın geldiği noktayı rakamlarla ortaya koyuyor. Yemeksepeti, 62 ilde, 10 bine yakın üye restoran ve aylık aldığı 3 milyon siparişle, milyonlarca kullanıcıya hizmet veriyor. Bir diğer önemli oyuncu Türkiye’nin ilk gıda e-ticaret sitesi olan Migros Sanal Market. Hazırını evinden, ofisinden sipariş verip önüne getirten tüketici için yemek yapmaya karar verdiğinde marketten ne istiyorsa yine dijital kanallardan sipariş verip istediği yere getirtme lüksü artık çoktan normalleşen hayatımızdaki bir başka kültürel değişim. Birçoğumuz için artık hadi bir çarşıya, pazara gidelim alışveriş yapalım devri çoktan geride kaldı. İkisini de tercih etmeyip malzemeyi ya da yemeği sipariş vermeyenler için ise dijital dünya yine devreye giriyor ve binlerce restoran alternatifini mobil uygulamalarla size altın tepside sunuyor. Bu segmentte karşımıza son dönemin yükselen ismi Zomato çıkıyor. Geçtiğimiz aylarda Mekanist uygulamasını da bünyesine katan global dev yüzlerce muadili olsa da Türk tüketisicinin akıllı telefonunda yerini garantilemiş uygulamalardan biri.
Yemek soğusa da olur, “Kaç like var?” bana ondan haber ver
Tabii bir restoran seçip sokağa çıktığımızda teknoloji de cebimizde geliyor ve esas dijital serüven restorana adımımızı attığımızda başlıyor. Malum Türkün ilk sorusu özellikle yurt dışındaysa “Wi-Fi şifresi nedir?” oluyor. Kalabalık bir grupla yemeğe gidilmişse eğer, masaya yerleşildikten sonra sağdan soldan kısa bir sohbetin ardından masadaki bütün kafalar öne eğiliyor ve yemek gelene kadar herkes telefonuyla baş başa kalıyor. Foursquare’da ya da Facebook’ta bir “check in” Allahın emri zaten. Yemek gelince hikayenin ikinci evresi başlıyor. O yemek bir 45 dakika yenmiyor zaten. Her açıdan çekilen fotoğraflar güzelce Instagram’da paylaşılıyor. Sonra beş-on dakikada mideye indiriliyor. Derken eski pozisyonlar alınıyor, kafalar telefona gömülüyor. Bu sefer “Kaç like geldi, kaç yorum var” evresi başlıyor. Bu tablo sadece bizim insanımız için geçerli değil. Geçtiğimiz yıl Craigslist’te bir gönderi yayınlayan San Franciscolu bir restoranın sahipleri, vaktini telefona bakarak geçirenler yüzünden hizmetin yavaşladığından dert yanmıştı. Eski ve yeni kamera kayıtlarını inceleyip karşılaştıran restoran sahipleri pek çok müşterinin yerini aldıktan sonra menüye bakıp sipariş vermek yerine dakikalarca telefonlarıyla oyalandığını fark etmiş.
Bu durumdan şikayetçi olanlarımız olsa da zamanla bir ucundan hepimizin bu yeni nesil kültüre sürüklendiğimiz kesin. Bu noktada direnmek isteyenler için ise kendi yemeğini kendin pişirip gerçek anlamda sevdiğin insanlarla paylaşabilme gibi biraz romantik sayılabilecek bir çıkış noktası var. https://microbeonline.com/ Bu çözümdeki tek sıkıntı bu işi nasıl kıvıracağım olabilir. Yemek yapmaktan çekinen, beceremiyorum diyenler için ise teknoloji yine kıyağını geçiyor ve birbirinden akıllı mutfak gereçleriyle size kaşla göz arasında şef önlüğünü taktırıveriyor. Karnıyarığını pişince kendi kendine otomatik kapanan fırına emanet ettikten, barbekünü akıllı ızgaranda mutfağının konforunda yaptıktan sonra “senden daha keyiflisi var mıdır?” diye sormak isterim. Mutfağına akıl ve kendine beceri katmak isteyenler; MediaMarkt’ın yüzlerce çeşit son teknoloji mutfak gerecine buradan bir göz atın derim. Şimdiden afiyet olsun.