The Witcher oyunlarındaki olay örgüsünün öncesinde geçen kitapları okuyanlar, büyük ihtimalle The Witcher 3’ü hepinimizden daha fazla bekliyordu. The Witcher 3 onlar için Yennefer’le, Ciri’yle yeniden buluşmaktı. Bizim içinse yeni dostlarla tanışmaktı.
Her şeyden önce The Witcher 3 yılın en büyük oyunlarından biri. Harika ezgilerle dolup taşan müziklerinden tutun da incelikle oluşturulmuş görevlerine kadar CD Projekt’in dehası hissediliyor. Önceki oyunlarda da inanılmaz güzel olan görev ekranı, The Witcher 3’te de kendini öne atıyor. En ufak takip görevinden, hayalet avına kadar her bir görevin inanılmaz bir arka plan hikayesi var. The Witcher 2’in toplam görev sayısı muhtemelen üçüncü oyunun ilk iki bölgesinde geçiliyor. Öyle bir bolluk, bereket var.
Geralt’ın oyunun fragmanında söylediği “Dünyanın bir kahramana ihtiyacı yok, bir profesyonele ihtiyacı var.” repliği her seferinde oyun tarafından önümüze sunuluyor. Bir de “Ben ana hikayeden devam edeyim, kurguyu hiç dağıtmayayım diyorsanız” The Witcher 3 sizi birçok kez iki arada bir derede bırakıyor.
Neden mi? Çünkü, Oyundaki her şey para! Eşyalarınızı tamir ettirmek ateş pahası, en basit tamir cebinizi boşaltıyor. Tüccarlara bulduğumuz eşyaları satabiliyoruz ama o eşyaların ayrıştırılabiliyor olması sizi sıkıntıya sokabiliyor. Değerli altınlarınızı sıklıkla yemeklere harcayabiliyorsunuz.
The Witcher ilk kez açık dünya ile oyunculara sunuluyor ve açıkçası insanların en çok endişelendiği konuların başında bu vardı. Açık dünya oyunu yapmak her zaman zordur. Hele ki böylesine derin bir kurguya sahip oyunu açık dünya haline getirmek başlı başına büyük bir risk. CD Projekt Red’in, Geralt’ı ovada koşturacağım derken ana hikayeden bizi uzaklaştıracak diye çok korkmuştu oyuncular.
Haritada yapabileceklerinizin bir sınırı olsa da, bunları yapmak çok uzun vakit alıyor. Yine de açık dünya yapısı Skyrim ve GTA gibi sandbox yanı güçlü oyunlara değil, Dragon Age serisinin son halkası Inquisition’a daha çok benziyor. Haritayı senaryoda ilerledikçe bölgeler halinde açıyorsunuz. Harita bölgeler halinde olduğu için sizi bittiği anda uyarıyor ve geri dönmenizi söylüyor. Ben bu halini daha çok beğendim ama bazı oyuncular bu durumdan memnun kalmayabilir.
Yetenek ağacındaki özel mutajen bölgeleri de oyunun ilerleyen aşamalarında inanılmaz yararlı oluyor. Çevreden ve yaratıklardan toplayabileceğiniz mutajenler yardımıyla Geralt’ın özelliklerini daha keskin ve güçlü hale getirebiliyoruz. Mutajen’lerin dört farklı versiyonu bulunuyor ve her renk özelliklerimiz ile uyumlu oluyor. Yetenek ağacının bir bölgesini mavi ile gösterilen Sign (Geralt’ın yaptığı büyüler) ile donatıyoruz. Sonra da mutajen’i yerleştirerek ağacın bu bölümünü tamamen sign’lara özel hale getirebiliyoruz.
Her seviye atlamanızda yetenek puanı kazanırken, bu yetenek puanlarını haritaya dağılmış olan güç alanlarından da edinebiliyoruz. Bence soru işaretlerini açmak için başlı başına yeterli bir sebep.
Dinamik hava koşulları, aydınlatma ve çevrenizdeki detaylar daha önce hiçbir oyunda görmediğim bir incelikle işlenmiş. Bu konuda CD Projekt’i suçlayabilirsiniz ama göreceğiniz onca harika şeyden sonra bundan vazgeçebilirsiniz. Oyun hem harika görünüyor hem de çok stabil çalışıyor. Ara sahnelerdeki ufak düşüşler haricinde PlayStation 4’te çok iyi iş çıkartıyor. Konsolda yükleme ekranlarından yakınanlara ilaç nitelinde sürelerle geliyor.
Sonuç olarak Witcher 3 size unutamayacağınız bir dünyanın kapılarını açıyor. Eğer oyunları biraz bile seven bir insansanız Witcher’ın dünyasına mutlaka giriş yapmanız gerekiyor. Oyunların halen değerli yapımcılar, oyuncuları düşünen, onlar gibi hisseden kişilerden geldiğini görmek insanı biraz olsun rahatlatıyor. Kesinlikle muhteşem bir oyun deneyimi sizleri bekliyor.