Oyun dünyasının en ikonik yapımlarından Stronghold serisi tekrar bizlerle. Stronghold: Definitive Edition olarak oyuncularla buluşan yapımı inceledik.
2000’lerin ilk yılları oyun dünyası için oldukça önemli yapımların çıktığı, benim gibi 40 yaşına merdiven dayayan oyuncular için büyülü bir dönemdi. 15 – 16 yaş aralığımda oyun dergilerinden takip ettiğim çoğu şeyin bende oluşturduğu kültür açısından yeri başkaydı. Ağırlıklı olarak o dönem RTS ve Tycoon oyunları ile yoğrulan incelemelerden bugüne benim için bu iki türe dair büyük bir merak ve istek oluştu diyebilirim.
2001 yılında oyuncularla buluşan Stronghold da benim yıllar içinde sayısız kez oynadığım, 1997 yılında çıkan Age of Empires, Total War, sonrasında Cossacks ve hemen kendisinden sonra gelen Empire Earth ile birlikte yıllar boyunca başka koyunları kıyasladığım bir tercih haline geldi. Mantık olarak zaten bir diğer yanda C&C serisi ile Red Alert vs. derken kendimizi kaptırıyorduk. Starcraft ve Warcraft bize biraz daha farklı geldiği, daha çok şehirli büyük aksiyonlar istediğimiz için Stronghold tam aradığımız ilaçtı.
İzometrik yapısı, kale inşa etmenin dayanılmaz hafifliği ve sadece savaş mekanikleri olmadan da ekonomik olarak bazı şeyleri yapabilme gücü ile o zamana kadar sunulan oyunların çok ötesinde bir deneyimdi. Devasa orduları oluşturup, düşmanın üzerine dalga dalga gitmek çok acayip bir histi.
Gel zaman git zaman yıllar içinde Stronghold da kendini geliştirdi. Oyuncular tarafından beğeniyle karşılanan yapım daha farklı denemelerle, daha büyük ve kapsamlı işlere kalkıştı. Oyunun senaryo modu bize dönemsel şeyleri anlatmaya odaklanırken, yıllar içinde Orta Çağ İngiltere’sinden Haçlı Seferleri’ne, Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şovalyeleri’ne hatta Kazıklı Voyvoda olarak bildiğimiz Vlad Dracula’ya kadar değişen bir dönem geçirdi.
Bu süreçte kimi zaman teknik sorunlardan oyuncular sevmedi, kimi zaman firma istediği şeyleri hayata geçirirken beklentilerimizin gerisinde kaldı. Açıkçası Stronghold: Warlords’un genel anlamda pek iyi olmaması sonrası bu oyunu duyduğum andan itibaren kuşkularım oldukça fazlaydı.
2001 yılında çıkan Stronghold, MetaCritic üzerinde tüm zamanlara bakıldığında 81 puan yaparak firmanın en iyi oyunu konumunda idi. Stronghold: Definitive Edition ise çıktığı günden bugüne otoritelerden toplam ortalamada 82 puan almayı başararak firmanın en iyisinin de iyisi olduğunu gösterdi. Sadece puan olarak düşünmemek lazım, ben oyuna girdiğim andan itibaren 2001 yılına dönmüş gibiyim. Böyle bir çalışma, böyle bir deneyim, böyle bir keyif vallahi beklemiyordum. Tebrikler cidden!
7 Kasım’da çıkışa özel 134 TL fiyat etiketiyle oyuncularla buluşması benim en çok hoşuma giden kısım oldu. normal satış fiyatı 14.99 Dolar olan yapım bize özel bir fiyatlama ile ve Türkçe dil desteği ile birlikte çıktı. Şu an Steam’in Dolar kurunu MENA-USD olarak değiştirdiği bir noktada 7.99 Dolar üzerinden satmaya devam ediyorlar. Bu olması gerektiği gibi yeni fiyatlandırma standardımıza uyuyor. Gönül isterdi ki şu yeni fiyatlandırma aşamasına hiç geçilmesin ülkemiz için…
Fiyatın güzelliğinden öte Türkçe olması ile birlikte oyunun senaryo modunda ve diğer noktalarında kendi dilimizde olan biteni öğrenme şansımız olacak. Tarih oyunlarının Türkçe olması aslında bizim gibi bu konuları merak eden ülkelerde satışlara (fiyatın da etkisiyle) mutlaka etkisi vardır. Toplum olarak tarih dersini dinlemeyi çok sevmesek bile oyunlarda drama ve entrikalar gibi konular açıldığında Yalan Rüzgarı havasında mevzulara tutulabiliyoruz ?
Oyunu açtığımda resmen geçmişe ışınlanmış gibi hissettim. Menünün verdiği his cidden tarif edilemezdi. İkonların ve görsellerin geçmişe dair tüm yükü taşıyarak beni karşıladığı bu ekranda ve sonraki ekranlarda gördüğüm tüm detaylar olması gerektiği kadar eskiye özgüydü. (tokyosmyrna) İlk oyunu baz alarak yenilenen ya da yeniden üzerinden geçilen oyunların en büyük derdi o özgün ruhu kaybeden dokunuşlara maruz kalmasıdır. Kimi zaman teknolojinin yetersizliği, kimi zaman ise zamanın ruhunun o dönemde harika fikirlerle vücut bulması eski oyunları bize keyifli kılan noktadır. Genellikle oyuncular arasında “şimdi açsam tahammül bile edemem” denilen ama bir yandan da övülen çokça oyun görebilirsiniz. Kimi teknik kaygılar kimisi ise farklı konulardan bazen yenilenerek bize sunulur. Bu oyuna da “Umarım gelen, gideni aratmaz” diyerek geçmiş olsam bile daha oyuna gelmeden bende bayraklar suya inmişti bile.
Oyuna geçtikten sonra ise neredeyse 20 küsür yıl önce geride bıraktığım ne varsa aynı yerinde bulmuş gibi hissettiğim, çok ufak şeyleri unuttuğumu fark ettiğim (Altın nasıl kazanılıyordu… vergi alıyorduk doğru! gibi serzenişlerle birlikte) saatler yaşadım. İlk olarak tabii ki ekonomik tarafla başladım.
Oyuna girdiğimizde Savaş odaklı görevler, Ekonomi odaklı görevler, Çok oyunculu modlar ve Harita Düzenleyici karşımızda duruyor. Harita düzenleyici oldukça iyi bir ayrıntı. 2000’lerin başında kendi modlarınızı ve haritalarınızı yapmak, görev setlerini oluşturup topluluk içinde sunmak çok popüler olaylardı. Hangimiz tarihteki gördüğümüz farklı olaylar için haritalar düzenlemedik ki?
Savaş görevleri sekmesinden devam ettiğimizde Ana Hikaye, Mücevher Hikayesi, Kuşatma, Akın ve Kale Yolu görevleri ile karşılaşıyoruz. Bu başlık altında tüm kapılar kas gücüne ve stratejik zekaya dayanan aksiyonlara dönüyor. İster senaryo bazlı isterseniz de yine temeli tarihi konulara dayanan (Donovan Kalesi gibi) içeriklerle keyifli dakikalar geçirebilirsiniz.
Oyunun temel savaş aşamalarında ayakta kalabilecek stratejik hamleleri doğru zamanda doğru noktalarda yapabilmekten geçiyor. Bir kaleye saldırırken gerçek hayatta olduğu gibi düşünmeniz gerekiyor. Şimdi aranızdan “Ben her gün 3 öğün kale kuşatıyorum” diyenler de olacaktır. Oyunun güzel yanı burada başlıyor. Elinizdeki enstrümanları doğru kullanma, kimin neye üstün geldiğini fark etme ve ona göre hamle yaparak saldırmaya / savunmaya çalışıyorsunuz. Katapultları dizmek, mancınıkları ayarlamak, okçuların ve diğer uzaktan saldıran ya da bu saldırılara açık birimlerin doğru konum almasını sağlayarak düşmanı sıkıştırmak cidden büyük keyif veriyor. Yıllar önce olduğu gibi!
Ekonomi tarafı ise bence bu serinin dertsiz tasasız yanı. Daha çok sükunet içinde, hayatın olağan akışının ve tarihin dönemsel tokatlarını yiyerek yuvarlanıp gittiğiniz bir nüansta. Ekmek yapıp halkınızın aç karnını doyurmak ana hedefiniz iken, köylülerden alacağınız vergi ile olası giderleriniz ve her aşamada biraz daha dallanıp budaklanan binalar ve üretim bandı ile zinciri kaçırmadan üretim hedefini yakalamaya çalışıyorsunuz. Üretirken en önemli olay halkın haldır haldır tüketim yaptığı gerçeği de oluyor. “5 çuval buğday getirdim nerede bu ekmekler, stok niye bitiyor?” dediğiniz aşamada halkınız doğal olarak taş yemediğini de fark ediyoruz. İsterseniz ekmek yemeyi yasaklayıp “taş yiyin” diyerek görev hedefine ulaşmak adına biraz gaddar bir kral olabilirsiniz.
Ekonomi görevlerinde öne çıkan nokta sadece yiyecek toplamak ve gerekenleri sunmak da değil. Büyüyen bir toplum çizgisi ile kaynakları doğru konumlamak, onları olabildiğince dengeli bir şekilde çıkartıp yine ihtiyaçları karşılayacak şekilde üretimde ve stokta tutmak gerekiyor. Bu stoğun diğer bir ucunu mutluluğa bağlarken öteki taraftan ise halktan alınacak vergiler ile üretimin diğer bir noktası için kaynak yaratılıyor. Oyun size her aşamada küçükten büyüğe doğru bir kale yönetimini öğretiyor desek yanlış olmaz.
Eskiye oranla yenilenerek çoğu şey yerli yerinde kendini bulmuş. Skirmish hariç. CPU’ya karşı maç çevirmek isteyen arkadaşlar için bu seçenek yok lakin Steam üzerinden kolayca diğer arkadaşlarınızla hızla oyunlar çevirmeniz mümkün.
Eski RTS’lerin tadını özleyenler için Stronghold: Definitive Edition tam aranan kan diyebiliriz. Uzun geceler boyunca kale savaşları yapmak isteyen oyuncuları bu oyuna davet edebiliriz.