Aradan iki yıl geçmesine rağmen dünya hala hayatımızı alt üst eden pandeminin etkileriyle mücadele ediyor. İnsan etkileşimi çok az veya karantina günlerinde evde kaldığımız için, sosyal yaşamımız sekteye uğradı. İş arkadaşlarımızla Zoom aramalarında bir araya geldik, ailemizle ve arkadaşlarımızla görüntülü görüşmelerle hasret giderdik. Kısacası, online eğitim ve evden çalışmak artık yaşam biçimimiz oldu.
Nihayetinde zorunlu dijitalleşme teknolojiye bağımlılığımızı arttırdı. Peki devam eden pandemi döneminde gençler arasında aşırı sosyal medya kullanımı kaygı, tükenmişlik, depresyon ve diğer akıl sağlığı sorunlarına yol açıyor mu?
Sosyal medya bir kaçış mı?
İnternetin kolay erişilebilirliği sayesinde, dünya nüfusunun %49’unu oluşturan 3 milyardan fazla sosyal medya kullanıcısı var. COVID-19’un ruh sağlığı üzerindeki etkisi, etkilenen kişiler, aileleri ve sağlık hizmeti ile sınırlı değil, toplumun genel olarak tepkisini kapsıyor. Pandemi ve ardından ülke çapında sokağa çıkma yasağının ortasında, sosyal medya kullanımında dünya çapında bir sosyal tepkinin de yansıması olan bir artış oldu. Örneğin, pandemi günlerinde sıkça kullandığımız sosyal medya bağımlılık yapan davranışlara yönelik bir eğilim mi yoksa küresel krizle başa çıkmak için bir kaçış mıydı?
Sosyal medya ruh sağlığını nasıl etkiliyor?
Çağlar boyunca yaygın kullanımı göz önüne alındığında, sosyal medyanın bir sosyal pekiştirme ve doğrulama kaynağı olduğu biliniyor. Bu platform insanlara fikirleri paylaşma, sosyal olarak etkileşim kurma, ilişkiler kurma, başkalarının dikkatini çekme ve sosyal imaj yaratma fırsatı sunuyor . ‘Sosyal mesafenin’ bir norm haline geldiği mevcut küresel krizler sırasında, sosyal medyaya aşırı katılım ‘psikolojik bir gereklilik’ haline geldi ve böylece insanların insan etkileşimi ve pandemi ile başa çıkma ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı oldu. Bu nedenle, sosyal mesafenin ihtiyati yönergelerine rağmen, insanlara sosyal olarak bağlı kalmaları ve mevcut krizin neden olduğu sıkıntıyı evrenselleştirmeleri için bir platform sağlandı. Sosyalleşmenin yanı sıra sosyal medya, online dersler, web seminerleri, toplantılar ve evden çalışmayı sağlamak gibi akademik ve işle ilgili amaçlar için de interneti kullanıyoruz. Sosyal medyanın en büyük avantajlarından biri, karantina nedeniyle uzun süre evde kalanlara zihinsel sağlık desteği sağlaması diyebiliriz.
Devam eden senaryoda, sosyal medya, insanlar için COVID-19 hakkındaki bilgileri güncellemek için ana kaynaklardan biri haline geldi. Bununla birlikte, sorumsuz kullanımı ‘infodemi’ sorununu ortaya çıkardı, yani ‘yanlış bilginin’ hızla yayıldığı ve böylece insanların düşünce ve sonraki davranışlarını etkilediği bir durum haline geldi. Son zamanlarda DSÖ, insanları panik, damgalama ve mantıksız davranışlara yol açan sosyal medya söylentilerine karşı uyarmıştı. Bu medyanın kullanımındaki artış göz önüne alındığında, ruh sağlığı ile olan ilişkisini ele almak gerekli hale geliyor. Sosyal medya bağımlılığı ve ruhsal bozukluklar arasındaki ilişki artık önemli bir problem haline geldi.
Geçmişte yapılan araştırmalar, sosyal medyanın kompulsif kullanımının özellikle ergenlerde kardiyo-metabolik sağlık, uyku, duygulanım, benlik saygısı, esenlik ve işlevsellik dahil olmak üzere fiziksel ve zihinsel sağlığı etkilediğini göstermiştir . Mevcut pandemi ışığında, zihinsel sağlık koşullarının sosyal medyaya maruz kalma miktarı ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Örneğin, Çin’in Vuhan kentinde COVID-19 salgını sırasında yapılan bir çalışmada, depresyon, anksiyete ve depresyon ve anksiyete kombinasyonunun yaygınlığı sırasıyla %48, %23 ve %19 olarak bulunmuştur. Ayrıca, sosyal medyaya sıklıkla maruz kalan %82 katılımcının yüksek kaygı oranları bildirmiştir.
Konu ile ilgili olarak Psikolog Arzu Yazar ile de görüştüm. Pandemi ve sosyal bağımlılığı ile ilgili değerlendirmelerini şu şekilde paylaştı:
“Pandeminin hayatımıza olağan dışı etkisiyle normal bildiğimiz çoğu şeyi yapamaz olduk. Arkadaşlarımızla görüşmek, dışarıda yemek yemek, sinemaya gitmek, eğlenmek ve fiziksel teması içeren daha bir çok aktivitemiz engellendi. Yetişkin olarak bu sürecin geçici olduğunu, bir çok felaket gibi bunun da geçeceğini ve eski normalimize döneceğimizi kendimize hatırlatarak yeni koşullara adapte olmaya çalıştık. Teknolojinin kolaylaştırıcı etkisinden faydalandık. Alışverişi ekrandan yaptık, arkadaşlarımızla, sevdiklerimizle ekrandan dertleştik, iş görüşmelerimizi de ekrandan yapar halde geldik. Çokça zorlandık ama uyumlandık. Peki çocuklar ve gençler için bu durum nasıldı ?
Küçük yaştaki çocuklar için oyun ve yaşıtları ile zaman geçirmek oldukça önemlidir. Oyunlar ile rahatlarlar, gelişirler, akranlarıyla kurdukları ilişkilerde sosyal becerilerini geliştirmiş olurlar. Pandemi döneminde özellikle kısıtların fazla olduğu sürçte okula da fiziksel olarak gidemedikleri için ekran başında kaldıkları süre arttı. Çalışmayan ya da evden çalışan anneler de bir süre sonra yoruldukları, sürekli oyun oynayamadıkları ( ve tabi kendi başına kalma ihtiyaçları da olduğu için) ekrana biraz daha fazla izin verir oldular. Küçük yaş çocuklarda tek yönlü uyarıma maruz kalmanın sakıncalı etkileri olduğu bilinmektedir. Dil gelişimine, sosyal ilişkiye ve ruhsal dünyaya zarar verir. Çocuklar renkli, sürekli doyum veren teknoloji dünyasına çabuk alışır. Elinden alındığında agresyon artar ve ya ağlayarak ya da bağırarak tepki verirler. Eğer bu davranış örüntüsüyle çok sık karşılaşıyorsanız kesinlikle “detox” zamanı gelmiş demektir. Teknolojiden uzak tutacağınız, hayal gücünü destekleyen oyunlar ve aktiviteler yaparak yeniden ruhsal dengelenme sağlanabilir.
Ergenler özgürlüklerine düşkün oldukları bu ruhsal süreçte, pandemi sebebiyle çok ciddi kısıtlamalar ile karşı karşıya kaldılar. Akranlarıyla zaman geçirmek, karşı cins ile flört etmek bu yaş döneminin önemli meseleleriyken dışarı çıkamıyor olmak depresif duygulara sebebiyet vermektedir. Oynadıkları online oyunlar ile arkadaşlarıyla buluşmak, yeni kişiler ile tanışmak, sosyal medyayı kullanmak bu açıdan bakıldığında “yara bandı” etkisi yapmıştır. İletişim kurmak, sosyal ilişkileri devam ettirmek depresif duyguların azalmasına yardımcı olmuştur. Normalde beklenen şey, yasaklar kalktığında olabildiğince dışarıda sosyal etkinliklere katılmaları, arkadaşlarıyla açık alanda buluşmaları yani ekranın başından kalkmalarıdır. Eğer koşullar uygun olduğu halde bu olmuyor ise o zaman “detoks” zamanı gelmiştir. Ergenden ekran başında geçirdiği süreyi kontrol etmesi, olabildiğince minimuma indirmesi ve doğal akışında sosyal ilişkilerini sürdürmesi istenir.
Özetle şöyle diyebiliriz sanırım;
Teknoloji ve sosyal medya zor zamanlarda, yaşadığımız engellenmişlik, çaresizlik ve korku gibi duygularla başa çıkmamızı kolaylaştıran bir araç olarak kullanıldı. Dozunda kullanıldığında işlevsel olan bu araç, dış dünyaya dönmemiz gerektiğinde bizi engellemeye başlamışsa o zaman dozunu azaltarak kullanımını kontrol altına almamız gerekmektedir. Her şey ayarında güzel, fazlası zarar.”
Teknoloji bağımlısı olup olmadığınızı nasıl anlarsınız?
Pandemi döneminde aşırı teknoloji kullanımı ve sosyal medyada saatlerimizi geçirdik. Bütün olup bitenlerden sonra belki de bir ara vermeye ihtiyacımız var. Dijital detoks tam da bu noktada imdadımıza yetişiyor! Peki teknoloji bağımlısı olup olmadığınızı nasıl anlayabilirsiniz? Aşağıdaki belirtiler varsa kısa bir ara vermenizi öneririm.
• Çevrimiçi olarak ne kadar zaman harcadığımızın kaydını oluşturmak
• Mutlu olmak için bilgisayar ve akıllı telefonlarda daha fazla zamana ihtiyacımız olduğunu hissetmek
• Cihazımızı kullanmadığınızda yoksunluk belirtileri
• İşimizi, okulumuzu veya profesyonel ya da özel yaşamlarımızı ihmal etmek
• İnternet etkinlikleri nedeniyle uyku problemi yaşamak
• Sürekli mesajları veya sosyal medya bildirimlerini kontrol etme isteği
• Hayatınızın İnternet veya teknoloji içermeyen yönlerine olan ilginizi kaybetmek
• İnternette geçirdiğimiz zaman konusunda suçlu hissetmek veya savunmaya geçmek
• Karpal tünel sendromu, baş ağrıları, açıklanamayan kilo alımı, görme değişiklikleri ve sırt veya boyun ağrıları gibi fiziksel semptomlar