Alışkanlıkları yıkmak için dünyanın en zor sorularından birisi ile buradayım. Kablosuz klavye ve mouse ile oyun oynanabilir mi? Tek bir cümlede “Evet!” diyerek bu muhabbeti burada özet geçerek bitirebiliriz aslında. Fakat size bu konuda 22 yıldır içinde olduğum Gaming ve şimdilerde espor olarak bilinen lakin ben bu heyecana kapıldığımda Pro Gaming ya da Elektronik Sporlar olarak anılan rekabetçi oyun anlayışında kablosuz klavye ve mouse ikilisi kendisine nasıl yer edindi, oyuncuya nasıl fark yarattı ve alışkanlıklarımızı, en azından benim açımdan olmazsa olmazlarımı nasıl yıkıp devirdi bundan bahsedeceğim.
Takvimler 1990’ların sonlarına doğru Amiga ile dahil olduğum bilgisayar ve oyun / donanım dünyasında karşıma çıkan bütün donanım ve oyun dergilerini okuyor, tüm merakımı ve ilgi alanımı bu tarafta toparlıyordum. Hatta meslek seçimi tarafında da meslek lisesi ve bilgisayar bölümü özelinde endüstri meslek lisesi seçecek kadar bu konuya kafayı kırmış, bilgisayar yazılımı öğrenmeye, oyun dünyasına adım atmaya hevesli halde ilerliyordum. Etrafımızda gördüğümüz her parçanın kablolu olması doğal olarak kablosuz bir seçeneğin nasıl olabileceği konusunda biraz görüşümü kısıtlıyor, diğer yandan da teknolojinin ilerlemesi ile yeni şeyleri doğal olarak öğreniyorduk.
Internete 56k modemler ile bağlanmaktan önce Kablonet’e terfi etmem, sonrasında ADSL gibi seçeneklerle bu ortamdaki veri takibi herkes için artan oranlı bir aydınlanmayı da beraberinde getiriyordu. Bizim için o dönemlerde klavye ve mouse’un kablosuz olması, uzaktan kumanda ile Infrared teknolojisine sahip cihazlar ile farklı bileşenleri kullanabilmek (Creative’in CD-ROM’larını mutlaka hatırlayan çıkacaktır. Ya da sinyal öğrenebilir CASIO saatler ile evde çaktırmadan televizyona müdahale edebilmek hoş ve küçük şakalarımız arasındaydı) önemli gelişmelerdi. Bu aşamada kablosuz olarak kullandığım ilk klavye ve mouse seti A4 Tech’in üzerinde birden fazla tekerleği olan, kalem pil ile çalışan ve alıcısı ile mouse arasına getirip çay bardağınızı koyduğunuzda tüm veri akışı kesilen bir modeliydi. Bu dediğimi doğal olarak acı bir şekilde öğrendim. Oyun oynarken annemin getirip bardağı masada tam o bölge boş diye düşünerek koymasıyla bir anda mouse’un bozulduğunu düşünmem de çok hızlı olan bir durumdu.
Tabii ki doğal olarak öldük oyunda. Hayat acı tecrübelerle dolu elbette. Biz de böyle öğrendik oraya bardak konulmayacağını. Sadece bardak da değil, bu arkadaşların pilleri de bitebiliyordu. İlk modelleri topluydu ve ağırdı, zaman içerisinde optik olanları çıktı elbette lakin yine de kurtarmıyordu. Oyun demek hızlı olmanız gereken ve sizin gibi donanımızın da bu süreçte hızlı olması, aksamaması gereken bir zorunluluğu da beraberinde getiriyordu. Sadece mouse değil, bu tarz bir kablosuz setiniz olduğunda hem klavye hem mouse için ayrı ayrı pil kontrol etmek bir yerden sonra sıkıcı bir hal almaya başlıyordu.
Şu an gündelik hayatımızda şarjlı pil kullanımı eskisi kadar yaygın değil. Ben hiç kullanmıyorum mesela. Teknoloji öyle bir hale geldi ki, hızlı şarj edilebilir pillerin artık donanımların içine entegre olması bizi gerçekten kablosuz kullanım açısından büyük bir yükten kurtardı. O dönem biten pillere derman olsun diye (Erman Derman’a da buradan sevgiler) 2 tane mouse’a takıyorsak 2 tane de kenarda şarj cihazında dolu yedek tutuyorduk. Bitmeye başladığını da sinyalin zayıflamasıyla fark edebilirsek heyecanlı dakikalar başlıyordu. Fark edemezsek zaten geçmiş olsun.
İşte bu sebeplerden dolayı o dönem için IR tabanlı kablosuz klavye ve mouse kullanmaktan vazgeçmek oyuncular için çok makul seçenekti. Bu sadece bir seçenek. Oyuncu kişi için en önemli nokta, toplu Mouselardan optik ve lazer Mouselara geçildiği dönem artan DPI (mouse’un yüzeyi tarama oranı), veri iletişim hızları, yazılım desteği ve en önemlisi içine pil takılınca ağırlaşan mouse’ların hem dayanıklı hem de hafif dizayn edilmeye başlanması ile bu yönde piyasaya giren ürünlere geçiş yaptık. Ben Pro Gaming heyecanına katıldığımda DKT Cloth Pad’i Logitech MX 300 (daha sonralarda MX 500 ve 510)’u tercih eden çok kişi gördüm. İlginçtir Microsoft Intellimouse 1.0, 1.1 ve 3.0 kullananlar da mevcuttu. Bahsettiğim Microsoft mouselar oyuncular için üretilmemişti. Genel kullanım amacıyla üretilen ve teknik özelliklerinden dolayı oyuncuların dikkatini çekip bir anda popüler olmuştu. Bir dönem ülkemizde internet kafelerde de yaygın olarak MS 1.0 ve 1.1 gördük. Quake, Unreal Tournament ve Counter-Strike oynarken bizim için önemli olan tek şey bizim kadar hızlı olmasıydı. Gerçi düşünüyorum, biz de çok hızlı değilmişiz şimdiki teknolojiye göre.
Her mouse’u denedik aldık elbette. Rekabete tutunmak için elimize en uygun olanı yemeden içmeden para biriktirip alıyorduk. Hepsinin anısı başka. Çift taraflı teflon yüzeye sahip Razer eXactMat mouse pad ve Razer Copperhead’i gördüğümde yaşadığım şaşkınlığı da unutamıyorum elbette. Hatta kablosuz olarak hoşuma giden ama kullanım olarak kablolu mouse’umun yerini alamayan Razer Mamba Wireless mouse’u da unutmamak lazım.
Fakat bu saydıklarımın hepsi kablolu cihazlardı. Klavye için ayrı, mouse için ayrı, kulaklık için ayrı kablolar arasında boğuşuyorduk. Ve bu durum yıllar boyunca en iyi performansı alabilmemiz adına devam etti. Bu öyle bir durumdu ki, hepimiz için bir alışkanlığın ötesindeydi.
Markalar şarj edilebilir pilleri içinde bulunduran Mouselar ürettiler, dock dedikleri alana gece bırakıp sabah alarak yolunuza devam edebiliyordunuz fakat bir kere alıştığımız için biz kablo sevdamızdan vazgeçemiyorduk.
Markalardaki dostlarımız bazen “kablosuz bir ürünümüz var deneyimlemek ister misiniz?” dediğinde “Tabii ki, ama kablolu mouse kullanımımı değiştireceğimi sanmıyorum” diyecek kadar kalıplaşmış bir önyargı halindeydi bende. Bu durum 2018 yılında Gamescom’da katıldığım Logitech basın etkinliğinde önümde bulduğum Logitech G PRO Wireless’i görene ve kullanana kadar da böyle idi.
80 Gram ağırlığında, 1 MS veri transfer hızı olan, 25.600 DPI’a kadar çıkabilen HERO sensörü gücüyle Powerplay sayesinde kablosuz şarj olabilen Lightspeed teknolojisi sayesinde bütün tabularınızı yıkacak bir mouse idi.
Bazı şeyler vardır, böyle söyleyince kulağa hoş gelir ama mantığını kavramanız için onu birebir deneyimlemek ve konfor alanınızın gözbebeği ile kafa kafaya çarpıştırmanız gerekir. Basın toplantısın sonrasında fuar alanına kurulan bir Logitech Standında ürünü özel olarak deneme şansına da sahip olabiliyordunuz. O dönem G2 takımında olan bodyy ve Ex6TenZ ile alanda gelen fuar katılımcıları bu çılgınlığı görebiliyorlardı. O zamana dair en büyük üzüntüm, bu etkinlikten birkaç saat önce haberim olabilseydi aynı alanda shox ve kennyS ile hatıra fotoğrafı çektirebilecektim. O yüzden sadece bodyy ve Ex6TenZ ile mevcut ☹.
Neyse biz konumuza dönelim, fuar bitti eve geldik ve ben PRO Wireless’i açıp masaya, o zaman kadar kullandığım G302 Daedalus Prime mouse’umun yanına koydum. G302 benim için hem elime oturması hem de hareketliliği açısından muazzam bir yapımdı. Her defasında da Logitech G’deki arkadaşlarım yeni çıkan ürünler hakkında düşüncemi sorduklarında “G710+’tan daha iyi bir klavye ve G302’den daha iyi bir mouse’u benim için üretemediniz hala” diyordum. Yığınla ürünü inceliyor, yorumlarımızı herkesle paylaşıyordum lakin kendi seçimime geldiğimde de işte böyle takıntılı biriydim bende.
İşte bu noktada PRO Wireless BAM diye yıktı tüm önyargılarımı. Kablolu ve 87 gram ağırlığı olan G302’den daha hafif, kablosuz, Hero sensör ile DPI’ı tavan yapmış bir ürün. Kas hafızam alışana kadar CS:GO da az dalga geçmediler “Abi ne oldu sen iyi vururdun ama bu mouse iyi gelmedi sana ehehehe” cümlelerini çok duydum. 3-4 gün sonra elimin ve beynimin bu arkadaşa alışmasıyla gerçek anlamda olayın nasıl bir şey olduğunu kavrayabildim. Ve hala o günün şaşkınlığını yaşıyorum demek isterdim lakin bu arkadaşlar beni ikinci bir şoka daha uğrattı. SUPERLIGHT! “Zaten iyi yapılmış bir ürün ortadayken, neden bir yenisini geliştirsinler ki?” sorusunun cevabı Logitech G’nin artık kimyası olmuş olan profesyoneller çalışıp mühendislik harikası ürün üretmek düşüncesinde saklı. Özellikle PRO serisindeki ürünlerin geribildirimleri dünya çapında partner oldukları takımlar ve oyuncular üzerinde yapılan çalışmalar ile son noktasına varıyor.
SUPERLIGHT ile 80 gramlık hafifliğini 63 gramdan daha hafif olabilecekleri aşamada sonuna kadar zorladıkları, 70 saat pil ömrü ve Lightspeed teknolojisini sonuna kadar kullandıkları bir ürün olarak masaya sunuluyor. Bu mouse için dünyaca ünlü CS:GO oyuncusu S1mple en güzel yorumu yapmış. “Bence bu fare işi başka bir boyuta taşıyor” demiş. Haklı. Kutudan çıkarttığımda hafifliği ile “Acaba içi boş mu?” diye kendi kendime güldüğümü hatırlıyorum. Ve aynı ürün ailesi ile ikinci kez kas hafızamı sıfırlayabilecek kadar da çılgın bir deneyimdi. Aim almaya çalıştığımda PRO Wireless ile masada durmaya çalıştığım yerlere göre elimin ivmesi çok daha ileri bir noktaya gidiyor, doğal olarak ekranda sekizler çiziyordum. 3-4 günlük bir rezil oynama süresi sonrasında SUPERLIGHT’a alıştım. Şimdi başka bir mouse kullanamıyorum. Teşekkürler Logitech G!
Aynı ürün ailesinden 2 kablosuz mouse ile bütün algılarımı değiştiren Logitech G tarafında kablosuz klavye açısından da bir deneme yapmam lazımdı. Yıllar boyunca mekanik klavye farkında switchlerin faydalarına odaklanan, parmaklarımıza ve oyun stilimize en uygun ürünü seçmeye çalışan rekabetçi oyuncular olarak (burada kendimi bir editör olarak değil, yazının başından beri rekabetçi olarak tanımladığımı da hatırlatmak isterim) çok mesai harcadığımızı söyleyebilirim.
Sessiz olsun, hafif tıklamaya müsait olsun, daktilo gibi olmasın ve basarken bir yerden sonra tetik eziyormuş hissi vermesin diye kendimize en uygun olanı seçmeye çalıştık. Logitech G915 ailesinden TKL olanı kullanmaya başladığımda da aslında bu işin, Lightspeed teknolojisinin ve oyunculuğun artık kablosuz ortamda rahatlıkla yürüyebileceğine bir kez daha ikna oldum.
Korktuğumuz şeyler aslında basitti. Ya pil biterse? Yeteri kadar hızlı iletişim kurmazsa? Standart klavye kadar dayanıklı mı? Bütün bu soruları teker teker cevapladık G915 ile. Henüz deneme şansı olmadı ama G613 tarafında da benzer Lightspeed teknolojisi olduğu için benzer deneyimleri elde edeceğinizi düşünüyorum.
Örneğin klavye üzerindeki ışıklar pilin bitmesi tarafında şarj yüzdesi %15’in altına düştüğü an klavyede nefes alma efekti ile kırmızı bir ortam oluşuyor. “Ben tükeniyorum abi imdat” mesajı veren klavye ile bu durumu gözden kaçırmanız imkansız. %15lik bir şarj ömrü de gündelik kullanımda 8 saate tekabül ediyor.
Yukarıda da dediğim gibi, bugüne kadar çok fazla ürün deneyimledim. Kablolu özelinde olan alışkanlığımı bir çırpıda bırakmamı sağlayan ve profesyonel espor sahnesinde çoğu tanıdığım farklı oyunlardaki Türk oyuncularında tercihi olan SUPERLIGHT mouse ve G915 benim için kablosuz oyunculuğun artık standart olabileceği kısmında ikna etti. En azından ben şu an bu satırları G915’ten yazıyorum. Bu yazı bittiğinde CS:GO oynamaya bu ikili ile geçeceğim! Eğer hayatınızda kablolardan biraz olsun kurtulmak istiyorsanız piyasada yer edinen farklı markaların kablosuz seçeneklerine bir göz atabilirsiniz. Ben rekabetçi biriyim, maç kaybetmeye tahammül edemem, kablolu performansında kablosuz isterim diyenler için bizzat kullandığım bu ikiliyi gözüm kapalı öneririm.
Herkese iyi oyunlar!