Sürücüsüz otomobiller ya da bugün kulağa daha hoş gelen tabiriyle otonom araçlar, geleceğin önemli devrimlerinden bir tanesi olarak görülüyorlar. Bilim kurgu filmlerinde sıklıkla gördüğümüz gibi; kara, hava ya da deniz taşıtlarının herhangi bir sürücünün müdahalesine ihtiyaç duymadan, programlandığı şekilde sorunsuzca hareket edebilmesidir. Hareket sözcüğü burada olanı ifade etmek için aslında yeterli değildir. Çünkü otonom bir aracın, içerisinde bulunduğu trafiğe tam anlamıyla adapte olabilmesi ve hiçbir sorunla karşılaşmadan A noktasından B noktasına ulaşabilmesi gerekiyor. Teknolojinin geliştiği ve imkân verdiği ölçüde bu güzergâha C, D, E… gibi yan hedefler de ilave edilebilmelidir. En azından ben bu şekilde düşünüyorum.
Bu yazımda sizlere uzun uzun otonom araçların tarihçesini elbette anlatmayacağım. Ancak bu alandaki test sürecinin 2010 itibariyle gözler önünde yürütülmeye başlandığını söylemem yeterli olacaktır. Günümüzde adı daha çok Tesla ile anılmasına karşın gerek otomobil, gerekse teknoloji devi şirketlerin kendi sürücüsüz araç denemeleri olduğunu söylemeliyiz. En bilinenlerin arasında Tesla, Honda, Acura, Lexus, Google, Apple ve UBER geliyor. Şu an için Google ve UBER’in sürücüsüz araçlarının trafikte yolculuk etmeye devam ettiğini ve açık bir test sürecinin sürdüğünü biliyoruz. Diğer taraftan elektrikli otomobilleri ve teknolojiye yön veren atılımlarıyla ünlü Tesla ise, hâlihazırda araçlarındaki otonom sürüş özelliğini kısıtlı da olsa kullanıcılarına sunuyor. Kısıtlı diyorum… Çünkü dünya yollarının birbirine entegre olmayışı, belli standartlarının bir türlü oturmayışı ve lokal sürücü davranışları ortaya konulduğunda, kısıtlamalar kaçınılmaz hâle geliyor.
Sürücüsüz araçlar için güvenlik tehditleri bulunuyor mu?
Teknolojinin olduğu yerde bu soruyu sormanın gereğini duymuyorum. Kendi ekosistemi içerisinde otonom araçların güvenlik tehlikeleri kesinlikle var. Ancak otomotiv endüstrisi ve bilişim teknolojisinin hibrit ürünü olmaları nedeniyle, otonom araçların hem otomotiv endüstrisi yönünden, hem de teknoloji yönünden güvenlik riskleri olabileceğini bilmeliyiz. Riskler önlenebilir, zaman içerisinde yazılımsal ve teknik iyileştirmelerle çok daha iyi sonuçlar elbette alınabilir. Zaten teknolojinin doğası da bunu gerektirir.
Gündemde yer yer sürücüsüz araçların karıştığı kazaları duymaktayız. Yazılımsal yetersizliklere bağlı olarak kazalar gerçekleşebildiği gibi, donanımsal etkenlerin de burada yol oynadığı görülüyor. Örneğin: Tesla otomobillerde otonom sürüş özelliğinin çalışmasını olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında, sensörlerin kirli olması geliyor. Temiz tutulmayan bir araçta sensör ya da kameraların daha fazla kör nokta yaratacağı ya da aslında var olmayan engellere karşı yanlış hesaplamalar yaparak karar verebileceği aşikârdır. Şu durumda elektronik komponentlerin güvenliği ve bakımı, otonom araç sahipleri için önemli hususlardan bir tanesidir.
Diğer bir konu ise trafikte yaşanan anlık değişimlerdir. Yolda o an oluşan çukurlar, kazalar, kapatılan yollar ve geçici güzergâh değişimleri bir sorun olmaya devam edecektir. Bu tip değişiklikler bir şekilde otonom araçlara nakledilemediğinden, yolculuğun devam etmesi imkânsız hâle gelmektedir. Elbette sürücüsüz otomobillerin kurallara uymakta insana kıyasla çok daha kusursuz olması, aslında kaza riskini de maalesef beraberinde getiriyor. Takip mesafesini koruyan otonom araçlar, sağdan veya soldan önlerine girecek araçlara karşı elbette frenleme ile cevap verebiliyorlar. Ancak o sırada arkada yakın takip mesafesinde olan bir aracı da hesaba katabiliyorlar mı? Ya da çarpışma alanından uzaklaşmak için manevra yaptıklarında, ilgili algoritmalar anlık saha analizini yeniden yapabiliyorlar mı? Burada yapay zekânın işleyiş yetkinliğinden bahsediyorum. Otonom araçların sahip olduğu yapay zekâ, sadece kurallara bağlı kalmak yerine ekstrem durumlarda ne kadar sağlıklı kararlar alabiliyor? Bunun, güvenliği tehdit eden unsurlar arasında yer aldığı kanaatindeyim.
Sürücüsüz araçlar ve hacklenmeye dair…
Otonom hareket özelliği, beraberinde hacklenme endişesini de getiriyor. Kulağa biraz komplo teorisi gibi geliyor olsa da, yapay zekâ ve teknolojinin olduğu her yerde hacklenme tehdidini ortaya koymak durumundayız. İşlerin elbette bir Hızlı ve Öfkeli 8 filmindeki gibi “zombi otomobiller” kıvamına dönüşmesi son derece güç. Ancak önemli isimlerin (mesela devlet büyüklerinin) kullanacakları otonom araçlara yönelik sabotaj tehditlerine dikkat edilmelidir. Dışarıdan müdahalelere karşı jammer sistemleri, içeriden yapılacak müdahaleler için fiziksel ve yazılımsal koruyucu önlemlere ihtiyaç duyuluyor.
Biliyorsunuz, yakın bir tarihte ülkemizin ilk sürücüsüz metro hattı İstanbul’da devreye girdi. Bu metro hattını kullandığım süre zarfında insanların, olası bir hacklenme durumunda neler olacağına ilişkin konuşmalarını kulak kabartarak dinledim. Toplumsal olarak bir farkındalığımızın olmasına sevinmekle beraber; sürücüsüz araç, sürücüsüz metro ve gelecekte devreye girmesi muhtemel sürücüsüz otobüsler için saldırganlara karşı koruma özelliğinin pas geçilmemesi gerekiyor. Son dönemlerde IoT ( nesnelerin interneti) cihazlarının, siber güvenlikte en zayıf halka olduklarını ve antvirüs yazılımı üreticilerinin var güçleriyle bu açığı kapamak için iyileştirmeler yaptıklarını biliyoruz. Benzer bir durumun sürücüsüz araçlarda oluşmaması, en büyük temennimizdir. Gelişmeleri ben de sizlerle beraber takip etmeye devam edeceğim.