Bir yandan sürücüsüz otomobillere, yeni motor tiplerine, akıllı şehir altyapılarına doğru ilerlerken, diğer yandan taşıt sahipliği kavramını da ortadan kaldırabilecek gelişmeler yaşanıyor. Birçok endüstrinin gelişimde rol sahibi olduğu bu gelişim düzlemini yakından inceledik.
Akıllı şehir ve iletişim sistemleriyle konuya dahil olan Siemens’in hazırladığı bir rapor, 2010 yılından başlayarak 2050’ye kadar çeşitli senaryo ve tahminleri içeriyor. 2010 yılında içten yanmalı motorları kullanan taşıtlarla dolu olan dünyamız için hibrit taşıtlar yüzde 0,1 oranıyla niş bir sektörden öteye geçemiyordu. Bugün hibrit taşıtları duymayan kalmadı, ancak henüz ana akım olduklarını da söyleyemeyiz. Siemens’e göre 2020 yılında toplam otomobil satışlarının yüzde 20’sinden fazlasını hibrit motorlular oluşturacak. Elektrik ve hidrojen kullanan taşıtlar, yenilenebilir elektrik nesli üzerinde bir etki yaratmaya başlayacak.
Yıl 2030’a geldiğinde, tüm ulaşım sektörünün yüzde 20’ye yakını elektrikli ya da hidrojen bazlı motorlar kullanacak. Bu da elektrik üretiminin artışına dönük bir ihtiyacı beraberinde getirecek. Hibrit motorlar ise tüm taşıtların yüzde 30’unda bulunacak.
Siemens’in raporu, 2030’dan 2050’ye kadar olan bir süreye dönük de tahminlerde bulunuyor. Tüm kara ulaşımının elektrikli ya da hidrojenli sisteme geçeceğini belirten rapor, hava taşımacılığının fosil ya da sentetik fosil yakıtları kullanacağını, dünyadaki enerji üretiminin büyük bölümünün yenilenebilir bazlı olacağı, yollardaki taşıtların ise sera gazı oluşturmayacağını işaret ediyor. Bir diğer tahmin ise büyük şehirler arasında da yüksek hızlı tren ağları kurulacağı yönünde.
Dört farklı gelecek alternatifi
Danışmanlık ve denetleme şirketi Deloitte’in de bu konuda ciddi bir raporu bulunuyor. Rapora göre, geleceğin ulaşımını iki ana başlk altında, toplam dört konuda incelemek mümkün: Taşıt kontrolünün sürücüde ya da otonom olduğu durumlar ile taşıt sahipliğinin şahıslarda ya da kurumlarda olduğu durumlar.
Firma, bu dört durumun birbirini etkilemeden bir arada varolabileceğini, ancak belirli senaryoların ağırlık kazanabileceğini belirtiyorlar. Bu durum, özellikle iş dünyasını ilgilendiriyor, çünkü şirketlerin kendi yapılarını ve hazırlıklarını bu dört duruma göre de yapması gerekiyor. Dört gelecek senaryosunun ortaya çıkaracağı tüketicilerin çoğunluk olmaları ise 5 ilâ 15 yıl arasında zaman alacak.
Deloitte’in hesaplamasına göre bugünkü taşıtların ortalama masrafı kilometre başına 0,6 dolara denk geliyor. Bunun içerisinde amortisman, finansman, sigorta ve yakıtın yanı sıra, sürücünün zamanı da bulunuyor. Rapor, yukarıda belirtilen dört gelecek senaryosunun da maliyetlerini gösteriyor. Buna göre, paylaşımlı sistem olgunlaştığında maliyet 0,39 dolara düşüyor. Bu senaryoda bir sürücü tutmak maliyeti yükseltirken, diğer maliyetler düşüyor.
Sürücüsüz bir otomobile sahip olmak, hesaplamayı sürücü zamanı ve verimlilik açısından karmaşıklaştırıyor, ancak tahmine göre kilometre başına 0,28 dolar maliyet çıkıyor. Hem sürücüsüz hem de paylaşımlı otomobillerin olacağı bir gelecek ise tek kişilik yolculuklarda maliyeti 0,19 dolarla kilometre başına üçte birine indiriyor.
Bizi bu geleceğe ulaştıracak teknolojilere baktığımızda, trendler üç başlıkta toplanıyor. Bunların başında bağlanabilirlik geliyor. Uber, biTaksi gibi hizmetler akıllı telefondan birkaç dokunuşla taşıt kiralayabilmemizi sağlıyor. Yandex haritaları ise canlı trafik bilgisi alarak en hızlı rotayı bulmamızı sağlıyor. Bunlar da hayatımızı oldukça kolaylaştıran teknolojiler.
Sürücüsüz otomobiller trafik yoğunluğunu ve kazaları azaltacak
Google’ın 2012’de yol testlerine başladığı sürücüsüz trafik, o günden beri dünya genelinde haberlere konu oluyor. ABD’deki bazı eyaletler otonom taşıtların test ve satışını onaylayan kanunları da bir bir geçirmeye başladı. Google, bu otomobili 2020’de piyasaya sürmek istiyor. Kısa süre önce, Tesla’nın Model S otomobilleri için hazırlanan bir cihaz yazılımı, elleri direksiyondan çekmemek kaydıyla bunu devreye aldı. Test videolarını internette bulmak mümkün.
Şimdilik, otoyolda şerit değiştirmeden gidebilen Model S’ler park işini de otomatiğe bağlamış durumda. Bunun için cihazın ön ve arkasındaki kameralar ve dört bir yanındaki algılayıcılar kullanılıyor. Bir önceki trend olan taşıtlar arası haberleşme ve şehir altyapılarına eklenecek algılayıcı ve haberleşme devreleri de, otomobillerin bir kaza anında yol kenarındaki bir vericiden bilgi alarak rota ayarlamasını, hatta daha büyük bir sistemin tüm otoların rotasını ayarlayarak onlara rota çizebilmesinin mümkün olduğu bir gelecek de uzak değil.
Birbiriyle iletişim kuran otomobiller, en azından otomobiller arası kaza oranını sıfıra indirirken, trafiğin de büyük veri işleyen sunucuların anlık yönlendirmeleriyle eşit dağıtıldığı şehirler de uzak değil.
Değişen yakıtlar çevreyi daha az kirletecek
Dünya dev bir iklim değişiminin başlangıcını yaşarken, ülkeler, eyaletler, şehirler ve hatta kasabalar bile gaz emisyonu hedefleri belirliyorlar. Ulusal politikalar kadar şirketlerin geliştireceği motorlar ve bunları kullanan taşıtların fiyatı gibi birçok değişken olsa da, herkesin hedefi daha çevreci taşıtlara yönelmek.
Elektrikli araçlar için kablosuz şarj yapabilen park alanları az da olsa kullanılıyordu, Güney Kore bir adım ileriye giderek hareket halindeki otobüslerin aynı anda şarj olabilmesi için şehir içi yolların belli şeritlerine özel bir kablolama döşeme projesini başlattı. Benzer bir fikir de otomobiller için mevcut. İngiltere, yaklaşık bir yıl içinde elektromanyetik şeritlerle üzerinde giden ve uyumlu taşıtları şarj edebilen bir otoyol şeridini test etmeye başlayacak.
Gelecek için bir başka çözüm de otomobilleri satın almak yerine, o an yakın olduğumuz herhangi bir taşıta (bu bir toplu taşıma aracı olduğu gibi, bisiklet, motosiklet ya da otomobil de olabilir) erişim sağlayan şehir kartları da çözüm olabilir. Bu sayede hem daha az yakıt tüketirken birçok maliyetten de kurtuluş sağlanabilir.
Biraz uçmaya ne dersiniz?
Ulaşımın geleceği sadece anlattığımız gelişmelerle sınırlı değil. Biraz bilim kurgu da hayatımıza dahil olabilir. Martin Aircraft adlı şirketin CEO’su Peter Coker, sırt roketi (jetpack) adı verilen ve şimdilik çılgın sayılabilecek bir projeyi hayalden gerçeğe dönüştürmeyi hedefliyor.
Yaklaşık 150 bin dolarla gelecek senenin ikinci yarısında satışa çıkacak olan sırt roketi, 2011’deki ilk test uçuşunda yerden 1000 metre yükseğe çıkmayı başardı. Paris Havacılık Fuarı’nda tanıtılan gelişmiş prototip olan P12 ise 200 beygir gücündeki petrol yakıtlı bir motorla çalışıyor ve saatte 74 kilometre hızla 30 dakika havada kalabiliyor.
120 kilo taşıyabilen sırt roketi, sadece heyecan arayanları ilgilendirmiyor. Birçok evin çatısından kalkarak, benzer konumlara inebilecek durumdaki taşıt, acil durumlarda kurtarma amacıyla helikoptere alternatif olarak kullanılabilir. Dikey kalkış ve inişin bu anlamda faydası olacağını düşünen şirket yetkilileri, güvenlik için de kompozit yapılı bir sürücü kabini ve balistik paraşüt sistemini de taşıta dahil etmişler.
Teş taşıtla ister bireysel ister toplu taşıma
Next adı verilen kapsül ise farklı konseptlerin harmanından oluşmuş bir taşıma alternatifi olarak dikkat çekiyor. Bu elektrikli kapsüller tek başına hareket edebildiği gibi, bir araya gelerek de toplu taşıma benzeri bir hâle gelebiliyor. Firmanın kurucusu endüstriyel tasarımcı ve mühendis olan Tommasa Gecchelin, şehir içi kısa yolculuklar için gelecekte bu tip bir cihazın tercih edilebileceğini düşünüyor.
Gechhelin’in düşüncesinin bir parçası da bunun ticarî amaçla kullanılması. Şehir içindeki ufak boyutlu paketlerin taşınması için Next’in ideal olduğunu düşünüyor.
Her biri 2,7 metre uzunluğunda olan ve 10 kişiye kadar (6 oturarak, 4 ayakta) kapasitesi olan kapsüller, bir otobüs ya da trenin aksine birbirine eklenen modüller gerektiğinde (rota gereği) ayrılarak herkesin kendi yoluna gitmesini de sağlıyor. Ancak arada güçlerin birleşmesi enerji tüketimini azaltmayı ve trafik oluşturmamasını sağlıyor. Next’in planlanan seri üretim tarihi ise 2020 olarak belirtiliyor.
Toplu taşımanın geleceği
Trenler sanayi devrimini gerçek anlamda başlatan makineler ve ulaşımda da yeni bir devrim başlatacak potansiyele sahipler. Yalnız, geleceğin sistemlerinde ray ve vagon imajını bir kenara kaldırmak gerekiyor. Maglev (manyetizmle havada kalan) trenler, bir süredir Tokyo ve Şangay’da yolcu taşıyorlar. Kore, Maglev hattını yapmaya başlarken, Çin de ikincisi için kolları sıvadı bile. Manyetik bir alan üstünde çok düşük bir sürtünme kuvvetine maruz kaldıkları için tükettikleri enerji de dizel ve elektrikli trenlere göre çok düşük ve 500 km/sa hıza ulaşabiliyorlar.
Toplu taşıma için Maglev’in de ötesine geçecek, daha farklı hayalleri olanlar da var. Sürücüsüz otomobil fikrini ticarî olarak ilk gerçekleştiren Tesla’nın kurucusu Elon Musk, bir başka fikriyle de geleceğe ışık tutuyor.
Yüksek hızlı bir treni andıran Hyperloop hakkındaki planlarını açıkladıktan iki sene sonra, Musk Güney Kaliforniya’da bir test pisti açacağını ve burada prototipleri deneyeceklerini duyurdu. Saatte 1300 km’ye varan hıza erişebilecek bu güneş enerjili sistem, bir kondüktör olmadan gidebilecek. Hyperloop adlı şirketinin başındaki Dirk Ahlborn ile düşük basınçlı bir ortamda ve yüksek irtifada kurmayı hayal ettikleri sistem, vakum benzeri bir yapı ile bahsedilen hızdaki hareketi sağlayacak. Bu yapının bir özelliği de düşük enerji tüketmesi.
Seneye Quay Valley adlı bölgede 8 kilometrelik bir test alanı kurulacak ve başta bu hızlara erişilemese de, kapsül prototipleri güvenlik ve stabilite testlerinden geçecek. 360 kişilik bir ekibin çalıştığı şirket, 2018 yılında açılış hedefliyor.